Haluk SARGIN | Ankara Evleri (37. Sayı)

Ankara ve çevresi tarih öncesi çağlardan itibaren sürekli olarak yerleşim görmüştür. Ankara’nın bilinen tarihi, paleolitik çağa kadar uzanmaktadır. Yaklaşık 5000 yıllık uzun bir geçmişi olan Ankara’da kent yaşamının kesintisiz sürdüğü sanılmaktadır. İlkçağlardan itibaren Kral Yolu’nun üzerinde bulunmasıyla başlayan önemini, günümüz Türkiye’sinde başkent olarak sürdürmektedir.

Kent merkezindeki ilk yerleşmenin Ankara Kalesi’nin bulunduğu bölge olduğu sanılmaktadır. Sırasıyla kentte Hitit, Frig, Kimmer, Lidya, Pers, Makedon, Galat, Roma, Bizans, Arap, Selçuklu ve Osmanlı egemenlikleri olmuştur.

Roma döneminde 100.000 nüfuslu bir kent olup en parlak günlerini yaşayan Ankara, en geniş sınırlara ulaşmış ve kentin her tarafı anıtsal yapılarla donatılmıştır. 7. yüzyıldan itibaren açık kent kimliğini yitirerek etrafı surlarla çevrilmiş ve sınır kenti işlevi kazanmıştır. Ankara ile ilgili bilgiler 16. yüzyıla kadar çok yeterli değildir. Bu yüzyıldan itibaren gelen gezginlerden ve yazım defterlerinden kent hakkında bilgi alabilmekteyiz. Ancak 13. yüzyılda Ahilerin Ankara’yı bir kent devleti gibi yönettiğini ve bu dönemde ticaretin çok geliştiğini belirtmeliyiz. Ankara, 16. ve 17. yüzyıllarda başta hayvancılık ve dericiliğe dayanan önemli bir sanayi ve ticaret kentidir. Tiftik keçisinin kılına dayanan “sof” ve “şali” kumaşı dokumacılığı konusunda dünyada tekel olmuştur. Bu yüzyıllar arası canlı bir sanayi ve ticaretin olması nedeniyle 25 000 nüfusu ile Ankara, o döneme göre yoğun nüfuslu bir kentti.

Ankara’da, Selçuklular döneminden kalma dini mimariye ait yapılar bulunduğu halde, Türk sivil mimarisinde özel bir yeri bulunan Ankara’nın eski evlerini bulmak mümkün değildir. Eski evlerin en yaşlısı 250 yılı geçmez. Bu evler ağaç ve kerpiç gibi ömrü az malzemelerle yapıldıklarından dayanma güçleri bu kadardır. Türklerin yerleşik düzene geçip ev yaşamına başlamaları 14. yüzyıldan itibaren Oğuz’ların Osmanlı Beyliği’ni kurmalarından sonra olmuştur.

Ankara’da kayıtlara geçen en eski bina 1702’de yapılan, Samanpazarı civarındaki Mururi Mahallesi’ndeki Kadınkızzade Abdülhalim Efendi Konağı’dır.

Bugün özgün mimariyi taşıyan ev ne yazık ki kalmamıştır. Günümüzün yaşayan Ankara evleri en çok 150 yıllıktır. Bunlar da birtakım değişiklikler sonucu özgünlüklerini yitirerek bugünlere gelebilmiştir.

16. yüzyıldaki Celali isyanları, Samanpazarı, Karacabey ve Hamamönü ile çevresini yıkıp yakmış, kentin neredeyse 2/3’sini yok etmiştir. Eski Ankara’yı kuzeyde Ahi Yakup, doğuda Cenabi Ahmet Paşa Camisi, güneyde Hacettepe ve batıda Hacı Doğan Mahallesi ile sınırlayabiliriz. Bu alanın içerisine Kaleiçi ile Samanpazarı ve Atpazarı çevresini de dahil edebiliriz.

Eski Ankara’nın sokakları belirli bir geometrik düzenin olmadığı, dar, dönemeçli, inişli ve çıkışlı olup, eni 5-6 metreyi geçmez. Bazı sokaklardan araba dahi geçemez, bunların eni 2 metreye kadar bile iner.

Ankara evini, iki katlı (eğer arakat olursa üç katlı), büyük boyutlu olmayan, sade, basit, orta sofalı ve cumbalı olarak tanımlayabiliriz. Daha eskiye gidecek olursak tek katlı, kerpiç ve toprak damlı olduğunu söyleyebiliriz. Bu evlerin kat planı Anadolu’da görülen ve “Hilani” olarak adlandırılan eski tip evlere dayanır. Temeli taş olup duvarlar da taş örgülüdür. Taş ve kerpiç kısımlar yer yer ağaç kuşak ve hatıllarla çatkılanmıştır. Üst kat duvarlarının çoğu, ağaç çatkı hımış olarak adlandırılan şekildedir. Hımış çatkıların arası ince ve yassı tuğla veya kerpiç ile örülür. Temelde kullanılan Ankara taşı denilen taş, kireçli andezit olup, volkanik bir türdür. Alt katta taş duvarların kireç harcıyla sıvanması hem görsellik, hem de temizlik açısından tercih edilir. Kerpiç zamanla yerini ahşap karkasa bırakmıştır.

Ankara evleri, kışlık ve yazlık olmak üzere iki bölümden oluşurdu. Kışlık bölümü Ankara’nın soğuğu düşünülerek alt kat ve/ veya arakatta olup taştan yapılmış kalın duvarlı, az sayıda kapı ve küçük pencereli olarak yapılır ve odaların zemini ahşap olurdu. Burada ocak, gusülhane ve gömme dolaplar bulunurdu. Kapılar çoğunlukla ahşap ve iki kanatlı olup doğrudan avluya açılırdı. Ev içine açılan kapı sayısı çok azdır. Evlerde sokaktan içeriye doğru açılan ilk alan, avludur. Avlu, daima bir bahçe ile beraberdir. Avluya, toprak veya taşlarla kaplı olmasından ötürü “taşlık” da denilir. Avluların önemli bir ögesi de, dibek taşıdır. Dibek taşları genelde devşirme kolon tamburu veya başlıklarının içi oyularak yapılmıştır. Çeşme ve hela avluda olup ana kanala yakın olması için girişte bulunurdu. Bahçe duvarları sokaktan 2 ila 2.5 m yükseklikte ve üstü kiremitle kaplı, iki yana akıntılı kerpiç bir duvardan oluşur. Ankara evlerinde bodrum katı nadiren kullanılırdı. Alt katta mutfak, kiler, mahzen, depo, samanlık, ahır ve hizmetli odası bulunurdu.

Üst katlar, yazlık olarak yapılır ve buraya avludan yükselen ve ilk basamakları genelde taştan olan ahşap asma bir merdivenle çıkılırdı. Burada, ön tarafta ahşap kirişli, bir terasa benzeyen ve çatıyı destekleyen “hayat (seyirgâh,taraça)” adı verilen bir kısım vardır ki burası avlu ve sokağa hâkim durumda olup, ön tarafında direkler arasında ahşap süslü korkuluklar bulunurdu. Hayat, Ankara evlerinin en canlı parçasıdır. Hayatın bazen oturmaya ayrılmış manzaralı güzel bir köşesi olur ki, buna “köşk” veya “tahtseki” denir. Hayat kapatılırsa sofa adını alır. Eğer sofa odalarla çevrilirse hol olur. Hayatın etrafında olan yazlık odalar büyük pencereli, havadar ve ince duvarlıdır. Burada bir misafir odası, bir yatak odası ve oturma odası bulunurdu. Misafir odasına divanhane veya kabul odası adları da verilir. Misafir odası evdeki en büyük oda olup onun uzun tavanı süslüdür. Ahşap tavandaki göbek denilen süslemeler, ya geometrik, ya hayvan ya da bitki motifli olurdu. Odada ayrıca alçıdan yapılma bir ocak, dolaplar ve duvarı çeviren alçak bir sedir bulunurdu.

Ankara evinde, cumbasız ve cumba olunca da bingisiz ev hemen hemen yok gibidir.

Ankara evlerinin karakteristik özelliklerinden birisi de, geniş saçaklarıdır. Yatık, sade ve dengeli köşelidir. Bu geniş saçaklar duvarları kışın, yağmur ve kardan; yazın, derin gölge vererek fazla sıcaktan korur. Çatı ahşap olup üzeri kiremitle örtülür. Kiremit kullanımı 18. yüzyıldan itibaren başlamıştır. Bu işlemin önceleri varlıklı kesimde görüldüğü ve sonra giderek halk arasında yaygınlaştığı bilinmektedir.

Selamlık, evin yabancı erkeklerine ayrılan bölümüdür. Evin en gösterişli ve zengin yeridir. Haremlik- Selamlık biçiminde kullanım az sayıda Ankara evinde görülmektedir.

Ankara evlerinde ileri taş ve demir işçiliğine pek yer verilmez. İklimi yumuşak olmadığından evlerin hiç birinde ahşap dış kaplama yoktur. Süsleme ögesi olarak ahşap karkasta tuğla örgü kullanılır. Zikzaklı örgüsü ve üstünün sıvanmaması görsel zenginlik sağlar. Evlerin dışı sade olmasına rağmen içleri nakışlı, süslü ve zengindir. Ahşap ve nakış işçiliği çok üst düzeyde gelişmiştir. Bu işçiliği, özellikle ahşap tavanlarda ve daha sonra hayatta ve onun oturulan sedirlik yeri olan köşk kısmında görebiliriz. Çini kaplama çok nadiren kullanılmıştır. Kapların üzerinde demir veya bronzdan yapılmış kapı tokmakları ve kapı halkaları bulunur. 17. yüzyıldan itibaren pencere sayısının artışı ve bingilerle evler bir canlılık kazanır. Taş duvarlar, ahşap karkasa dönüşmüştür. Daha önceleri ahşaptan yapılan pencerelerdeki demir parmaklıklar batılılaşma döneminin ürünüdür. Kafes ve giyotin pencere kullanımı ise 19. yüzyılda yaygınlaşmıştır. 19. yüzyılın sonlarına doğru deprem ve yangınların sonucu kagir evler yapılmaya başlamıştır.

1872 yılında Belediye Meclisi kurulmuştur. Batılılaşma sürecinde mimaride az da olsa değişimler olmuştur. Ama yine de ahşap çerçeve içinde kerpiç veya tuğla dolgu içeren mimari tarzı çok yaygındır.

18. yüzyıl sonlarında merkezi yönetimin iyice zayıflaması ve bunun sonucunda ortaya çıkan çeteler ve kent yöneticilerinin zorbalık ve yolsuzlukları, ticaret yaşamını çok kötü etkilemiştir. Bu yüzyılda kent görünümünde çok büyük bir değişiklik olmamıştır, 19. yüzyılda ise kenti tamamen kuşatan bağ evleri ortaya çıkar. Kuzeyde Keçiören, Ayvalı, Etlik; doğuda Tuzluçayır, Mamak, Kayaş; güneyde Gaziosmanpaşa, Çankaya, Dikmen, Ayrancı ve Esat semtlerinde irili ufaklı birçok bağ evi vardı.

1878 yılında Boşnak Mahallesi olarak da bilinen Sakarya Mahallesi, Ankara’nın ilk geometrik düzenli ve düz yolları olan planlı mahallesidir. 1877 yılında Balkanlar’dan gelen göçmenlere, evler yapılmış olarak verildi. Bu mahalle ile geleneksel Ankara evi özellikleri yok edilmiştir. Ayrıca sokaklarda ilk ızgara uygulaması burada yapılmıştır.

Cumhuriyetin ilanından sonra Başkent yapılan Ankara’nın yapılandırılması için iki farklı görüş sunulur. Birincisi, tarihi dokuyu koruyarak eski kenti geliştirmek; ikincisi ise eski Ankara’ya dokunmayarak yanına yeni bir kent kurmaktır. Fakat eski Ankara evlerinde onarmadan kullanma, zamanı gelen küçük onarımların yapılmaması, işlev değiştirme (özellikle ticaret alanına dönüştürme), bölmeler, eklentiler, bingilerin altını boşaltmak gibi olumsuz etmenler tarihi dokunun sürekli tahrip olmasına yol açmıştır.

Kreneker ve Schede isimli Alman arkeologlar, 1926-1928 yılları arasında Augustus Tapınağı çevresini kazmışlardır. Ankara Belediyesi, bu kazılar sırasında çevredeki evlerin bir bölümünü, 1937 yılında da Vali Nevzat Tandoğan geri kalanını yok ederek, Hacı Bayram Cami çevresindeki bugünkü açık alanı oluşturmuştur. Bunun yanında, 1955 yılında çok sayıda evin kamulaştınlarak yıkılmasını gerektiren Ulucanlar Caddesi’nin açılması, 1960’lı yıllarda Kurtuluş ve Kırgız gibi, pek çok özellikli eski Ankara evi ile anıtsal yapıların oluşturduğu iki mahalleyi yok ederek oluşturulan Hacettepe Hastanesi, ayrıca Cemal Gürsel, Talat Paşa Bulvarları, Denizciler ve Anafartalar Caddeleri eski tarihi dokuyu tahrip etmiştir.

Eski Ankara’nın etrafı gecekondularla çevrilmiş ve Talat Paşa Bulvarı, Ulucanlar, Denizciler ve Anafartalar Caddeleri boyunca da çok katlı apartmanlar arasında kalmıştır. Kaleiçi ve Kalealtı mahallelerinde ekonomik nedenlerle evler değişime uğramış ve alt kattaki tiftik yıkama ve depolama yerleri kalkmıştır. Sit alanı olan bölgede kalite de düşünce ev sahipleri buraları terk ederek kentin daha gözde semtlerine taşınmışlar, bu evlere ise kente yeni göç edenler yerleşmişlerdir. Alt gelir grubunu oluşturan bu insanların evleri onaracak ekonomik güçleri yoktur. Düşük kira bedellerini bile ödemekte zorlanan bu insanlar, yaşamda kalma mücadelesini sürdürmektedirler. Bu bölge hâlâ yerel özgün mimari niteliklere sahip korunmaya değer bir kültürel alandır. Buradaki evlerin bazıları evdışı işlevlere dönüştürülmelerine rağmen hâlâ yoğunlukla ev işlevi görmektedirler. Evdışı işlevler özellikle Dışkale’de turistik amaçlar için kafe, bar, restoran, dükkan ve kültürevi şeklinde olabileceği gibi, farklı amaçlı işler için de çeşitli işyerlerini kapsayabilmektedir.

Sonuç olarak Ankara’nın özgün durumunu koruyan eski evler yok denecek kadar azalmıştır. Bugüne kadar yapılan uygulama yasaklayıcı ve engelleyici biçimde pasif bir koruma anlayışı olduğundan bakımsız, terk edilmiş, mimari ve estetik değerleri kaybolmaya yüz tutmuş evlerle karşı karşıya kalmış bulunmaklayız. Dolayısıyla korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak belirlenen eski Ankara evleri kaderine terk edilmekte ve geleneksel mimari doku yok olmaktadır. Sit alanının daraltılması veya çıkarılması, tescilden düşme gibi kararlar alınması ve özellikle de bakımsız bırakılmalarının tek amacı kentin tam ortasında kalan bu çok değerli bölgenin bir an önce tamamen yıkılıp rant amaçlı işler için kullanımıdır.

Geçmişine saygı göstermeyen ve sahiplenmeyen toplumların gelecek hakkında hiçbir zaman söz sahibi olamayacağını, ne yazık ki, hala öğrenemedik.

Yazı ve Fotoğraflar: Haluk SARGIN

Kontrast Sayı 37, Eylül-Ekim 2013

Bizi paylaşın..