Ülkemizde fotoğrafın geçmişine baktığımızda bir sanat dalı olarak çok eski olmadığını görüyoruz. Bence kişilerin her meslek ve her sanat dalında temel kuralları ve bilgileri öğrenerek başlamaları, onları başarıya ulaştıracaktır.
19 Mayıs 1839 tarihinde Daguerre tarafından, Paris’te topluma resmen duyurulan fotoğrafın geçmişinin resim, heykel ve diğer sanat dalları kadar eski olmadığını hepimiz biliyoruz. Her şeye rağmen resim sanatına rakip olarak görülen fotoğraf aynı koşulları daha değişik ve daha hızlı çalışan bir malzeme ile anlatma olanağı sağlarken, bakmakla görmenin de ayrı şeyler olduğunu fark ettirdi.
Bu farklılıkla çekilen fotoğraflar mekanik kayıt değildir. Her fotoğrafa baktığımızda fotoğrafçının sınırsız görüntü olasılıklarından sanatsal, estetik, altyapı ve ayrıca bilgi birikiminin sonucu o görüntüyü seçtiğini fark ederiz. Bu, rastgele çekilmiş aile fotoğraflarında bile görülebilir. Fotoğrafçının görme biçimi ve o günkü psikolojik durumu konu seçimine yansır. Ressamın görme biçimi, tuval ya da kağıt üstüne çizdiği çizgilerle canlandırılır. Halbuki, her imgede bir görme biçimi yatsa da bir imgeyi algılayışımız ya da değerlendirişimiz aynı zamanda görme biçimimize de bağlıdır. Ne var ki, imge estetik ve sanatsal kurallara göre değerlendirildiğinde, insanların ona bakışı sanat ve estetik konusunda edindikleri varsayımlar dizisinin etkisinden kurtulamaz. Bu varsayımlar şunlarla ilgilidir.
Güzellik, gerçek, deha, uygarlık, biçim, toplumsal sınıf, beğeni…v.b.
Bu varsayımların bir kısmı içinde bulunduğumuz çağa tamamen uymayabilir. Çünkü, çağımızda durum salt nesnel bir gerçeklikten ibaret değildir, buna bilinçlilik de katılmıştır. Fotoğraf veya diğer sanat dallarında estetik nedir diye bir soru sorulduğunda ilk akla gelen, güzel kavramını ve sanatların doğasını inceleyen felsefe dalı olduğudur. Diğer bir açıdan bakıldığında; estetik kavramı sadece öznel olmayan, nesnel içerik de taşıyan bir tanım yapmaya, başka bir açıdan ise, bu değişik terimler arasındaki bağlantıları belirlemeye çalışır.
Estetiğin geçmişine baktığımızda, özet olarak üç dönem ile karşılaşırız.
1-Kant Öncesi Dönem
2-Kant Sonrası Dönem
3-Pozitif Dönem
Estetiği bağımsız bilim olarak kabul eden Alman filozof Alexander Baumgarten’dir. Onun için estetik, duygusal bilginin bilimidir. Konusu duygusal yetkinliktir. Gerçekleştirmek istediği de güzel üzerine düşünme sanatıdır. Estetik, insanın dış dünyaya gösterdiği güzel ve çirkin sözcükleriyle dile gelen tepkileriyle de ilgilidir. Bu bilgilerin kapsamları belirsiz, anlamları da öznel ve görecelidir.
Sanat eleştirileri sadece çirkin, güzel kavramları ile sınırlı olmayıp, anlamlı, uyumlu, yüce gibi terimler de kullanılır.
Güzel ve Doğruluk İlişkisi
Görselin düşünceye, öze uygun olması ve tekniğin doğru uygulanması onun doğruluğunu gösterir. Örneğin, Platon’a göre, salt güzelliği kavrayan kişi, aynı zamanda doğruyu, doğruluğu da kavrayacaktır. Oysa doğru ve güzel aynı şeyler değildir. Doğru akla hizmet eder, genel ve soyuttur. Güzel ise; duygularımıza ve hayal gücümüze hitap eder ve somuttur. Bazı doğruluklar güzeldir, ama bazıları coşku uyandırmadığı için güzel bulunmazlar. Bazen doğrulukla ilgisi olmayan, hayal gücü ile yapılan eserler güzeldir. Kısaca, doğruluk bir mantık yargısı; güzellik ise bir değer yargısıdır.
Güzel Ve İyi İlişkisi
Sokrates, Platon, Aristoteles gibi ahlakçı filozoflar iyi ile güzel arasında doğrudan bir bağlantı kurar. Sanatla ahlakı birleştirip güzelle iyinin özdeş olduğunu savunurlar. Oysa, Kant güzel ve iyiyi birbirinden ayırmaya çalışır. Çünkü Kant’a göre “iyi; ahlakla ilgili bir kavramdır.” Güzel ise estetik bir değerdir.
İyi, amaçlıdır, faydalıdır; güzelin ise amaçlı ve faydalı olduğu söylenemez. İyiliğin belli yasaları, bağımlılıkları vardır; güzellik ise özgürlüktür. Ahlaksal iyi, güzel olabilir ama çıplaklık ahlaki değerlerle yargılanır ve ayıplanır.
Güzel, Hoş Fayda İlişkisi
Kant “güzel”i, hiçbir karşılık gözetmeden hoşlanmanın nesnesi diye tanımlar. Güzel, hoş ve yararlı aynı şey değildir. Çünkü hoş ve faydalı olan bir şeye istek duyar, onu elde etmek isteriz. Oysa bir sanat eserini böyle bir istekten bağımsız olarak, hiçbir karşılık beklemeden seyrederiz.
Güzel ve Yüce İlişkisi
Kant’a göre güzelliğin verdiği duygu doğrudandır. Güzelin algısı hemen başlarken, yücenin uyandırdığı duygu, algıdan sonra başlar. Üstelik güzellik duygusu yalın, yücelik duygusu karmaşıktır.
“Yüce” olan genellikle büyük ve sınırsız, insanı ezen, kontrolü altına alan olay veya varlıktır. Bizi aşan, hayran bırakan büyüklük ve kuvvetlere “yüce” deriz. Yüce güzelden daha güçlü, korkutucu olabilir. Örneğin, muhteşem bir mimari eserle karşılaştığımızda yücelik duygusuna kapılırız.
Güler ERTAN
Kontrast Sayı 25, Eylül-Ekim 2011