Nasıl yani!
Görsel algılama, değişik meslek guruplarına göre farklılık gösterir mi!?
Merhaba…
Doğrusu, yazanı olmasaydım, bu soruyu kendi kendime sormadan edemezdim!.. O yüzden, birlikte küçük bir tartışma çıkararak başlayalım yazımıza!.. Öyle ya! Ortaya dökmek için sabırsızlanıp durduğunuz bir savınız var ise önce bir sorun çıkartmanız lazım ki anlamı olsun. Değil mi? Ve çelişki, bize işte tam da burada lazım!..
‘Çelişki’ dediğin de öyle olmalı ki, hem varlığınızla hem de savınızla zıtlaşmalı…
Sorunu çıkarttığımıza göre, artık savımızı ortaya koyabiliriz.
Güzel sanatlar ve özellikle, görsel sanatlar, birbirinden farksız olarak ‘görsel algılama’ ile ilgilidir.
Gerek sanatçıları, gerek sanat eserlerini, gerek sanatseverleri derinden ilgilendiren, eşit ağırlıkta bir nitelik oluşturur. Algı derinliğini, hiçbir meslek gurubuna göre değerlendiremeyiz. Bu nedenle kendime sorduğum bu soruya, “HAYIR GÖSTERMEZ ELBETTE” cevabını verebilirim… Ancak, bir heykel sanatçısı iseniz, o zaman, bu cevap tam olarak doğru olmayacaktır. Çelişkiyi doğuran sebepleri anlamak için bakış açımızı değiştirip detaylara göz atmalıyız… Ayrıntıları irdelediğimizde, ortaya çıkan küçücük nüanslar, bize “EVET! TABİİ Kİ GÖSTERİR” cevabını da verdiriyor!
Bu yazının konusu, işte tam olarak o küçücük nüanslardır. Konuya ilgi gösteren okurlara tavsiyem, okumayı bitirdikten sonra, aynı soruyu kendilerine tekrar sormaları ve kendi meslekleri ile kıyaslama yapmalarıdır…
Çünkü görsel algılamayla ilgili ayrıntılara ihtiyaç duyan her beyin, algı ötesinin ayırdına da ihtiyaç duyar!
Görsel algıyı dürtüklemeyi beceremeyen hiçbir üretim, sanatsal değildir!
Küçük bir farkı ortaya koyarak başlayalım irdelemeye…
Bir heykel sanatçısının, hayata ve kendi sanatına çok boyutlu bakmasının gerekliliğinden yola çıkıp, fiziki gerekliliğin ötesine, görsel algılamanın yarattığı farka bir göz atalım…
Aslında, görme kabiliyeti olan, fakat üç boyut algısından uzak her canlı, yaşamsal sorunlarını çözebilmek ve derinliği algılayabilmek için, ilkel de olsa başka fonksiyonlarla donanmıştır. Anlaşılıyor ki derinliği algılama ihtiyacı, öncelikle yaşamsal bir ihtiyaçtır… Ancak bir heykel sanatçısı için, daha da ötesinin algılanması gerekliliği, yaşamsal ihtiyaçlardan çok daha önemli gibidir! Üç boyutu algılama, bütün insanları, hatta, bütün primat türlerini eşitlemiş olsa da, bir heykel sanatçısını farklılaştıran bir özellik ortaya çıkarır. Bu özellik, bir heykel sanatçısının derinliği ölçümleme ihtiyacından doğar. Sanatsal bir objeyi görsel olarak algılamak ile, onun, görsel olarak, doğru algılanabilmesini mümkün duruma getirmek, birbirinden oldukça farklıdır…
Bu serüven, bir sanatçı için önce tasarım yapmakla başlar. Görsel algılamanız ve yeteneğinizden gelen özelliklerinizle bir hayal kurar, kurduğunuz bu hayali yine aynı özelliklerinizi kullanarak kafanızın içinde şekillendirerek derinliği ölçümlendirmek ile devam eder… Sancılı ama eğlenceli bir süreçtir ve işte o küçük ayrıntılar, tam da bu noktada, farklılıklarını ortaya koyarak, sanatçıya özgü karakteristik özellikler barındıran çok boyutlu bir görsel algı ürünü ortaya çıkarır…
Bir heykel, insanların çevresinde dolaşabilecekleri şekilde sunulmalıdır mesela!.. Eğer sunumunuz üç boyutlu bir özellikte ise ve görsel algılamayı, doğru bir etki ile iletmek istiyorsanız, en doğru yöntem budur… İster bir heykel, ister ticari bir ürün ya da tarihi bir yapı olsun, üç boyutlu her objenin çevresinde dolaşılabilmesi, onun görsel olarak doyurucu bir şekilde algılanması için gereklidir… Hiçbir heykel, tek cepheden izlenerek yeterli düzeyde algılanamaz!
Buradaki ayrıntı şudur ki; bir izleyici, derinlik hissine sahip olmasına rağmen, sunulan üç boyutlu objeyi, sadece bulunduğu konum anındaki derinlikte görebilecektir… Görüş alanının değiştiği her santim harekette, algılama açısı farklılaşacak, çevresel gezintinin yarattığı bu farklılaşma, sunulan objenin, görsel algılanma oranını ideal duruma getirebilecektir. Aslında, bir heykel sanatçısının eserinde vermek istediği veya gizlediği her ayrıntı, tam olarak buralarda saklıdır!.. Ve fark şudur ki, sanatçı bu eseri daha kafasında ölçümlendirirken, insanların doğru algılaması için, çevresinde tur atarken bulunabilecekleri görüş açılarını bile hesaplıyor olmasıdır!.. Bir objenin arkasını, üstünü, altını, profil görünümlerini ve tüm açısal ayrıntılarını, işte o çevresel seyahate ihtiyaç duymadan ölçümlüyor oluşudur!.. Ortada tek bir obje olsa da, sınırsız sayıda fotoğraf karesi içermektedir aslında…
Oldukça zor ve karmaşık göründüğünü biliyorum, ama görsel algıyı irdelemek, tüm bu zorluk ve karmaşanın üstesinden gelecektir!..
Bir denemeye var mısınız?
Haydi, böyle bir nesneyi birlikte yaratalım!..
Ben bir tasarım başlatıp, çok boyutlu algılarımı sizlerle paylaşmayı deneyeceğim…
Mesela, ‘AŞK’ ismi koyabileceğimiz, teması ‘aşk’ olan bir heykeli, hep birlikte zihinlerimizin derinliklerinde oluşturmaya çalışıp, görsel algının, her birimizi nereye götürebileceğini görelim. Bakalım başarabilecek miyiz?
Şimdi, bir hayal kurup, zihinsel olarak üreteceğim görsel objeyi tanımlamaya başlayalım…
Bu hayali tanımlamaya çalışırken kullanacağım sözcüklerin her biri, zihinlerinizde çok boyutlu bir obje yaratabilmek için binlerce görsel veri oluşturacak, aynı sözcükleri almamıza rağmen, görsel algılama özelliklerimize göre, her birimiz farklı objeler üreteceğiz! Böyle bir çalışmayı yaparken, her bir veri ile görüntünün plastik yapısındaki değişimler, sanıyorum oldukça şaşırtıcı ve eğlenceli olacaktır.
Başlıyoruz…
Örneğin; sadece ‘AŞK’ adı bile birçok okuyucuda farklı algılamalar yaratmış olmalı değil mi? Pek çoğumuz, bir kadın ve bir erkek varsayımını üretmiş olmalı çoktan. Peki!.. Bunun, “iki insan arasında değil de, bir müzik aleti ile bir insan arasındaki ilişkiden esinlenerek oluşturulmak istenmiş bir tarif” olduğunu söylesem, tüm algılamaları farklılaştırmış olur muyum?!.. Bu insanın, bir virtüöz, enstrümanın da mesela, bir kontrbas olduğunu söylesem!..
Aslında, beynimize giden sinyalleri değiştiren her bir sözcük, kendimize özel algı düzeyimizden gelen yeni şekiller oluşturarak, birbirinden çok farklı objeler yaratıyor… Gariptir ki, yaşımız, cinsiyetimiz, eğitim düzeyimiz, hatta, mesleğimiz ya da ruhsal durumumuz ile ilgili olarak bir kat daha farklılaşıyor… ‘Aşk’ı bir müzik aleti ve bir müzisyen ilişkisinden hareketle şekillendirmek!… Bu müzik aletini doğru tanımlamaya, bir virtüözün iç dünyasını doğru algılamaya öylesine ihtiyacımız var ki artık!… Algıyı doğru yaratmak veya doğru anlayabilmek için birçok ayrıntıyı yakalamamız lazım…
Gerçekten de müthiş bir bağ vardır bir çalgı ve çalgıcı arasında… Bu bağı anlayabilmek için başka boyutlara ve görsel algılamanın dışındaki algılara da ihtiyaç duyarız, ama bu başka bir konu… Bizi ilgilendiren esas konu, karşımıza gelen her yeni tanımlamada, tasarladığımız hayali, heykelin biçiminin sürekli olarak değişiyor oluşu… Bu değişimi yaratan güç, kullandığım sözcüklerin, algılarınızda oluşan formu, her defasında bozup tekrar yapmasıdır!.. Şimdi de, çalgıcının bir erkek, çalgının da bir dişi form taşıdığını katalım algılarınıza…
İlk başladığımız noktanın çok uzağındayız artık… Hiç görmediğimiz bir obje, kafamızın içinde yavaş yavaş şekil değiştirerek özel bir forma giriyor. Sözcükler, algılarımızı zorlayarak bizi yaratıma yönlendiriyorsa da, ortaya çıkan bir problemi çözme gerekliliğini de dayatıyor… Her insanın algı düzeyindeki farklılık, bizi, objeyi üreten algıyı algılamaya zorluyor!..
Sanatın, kişiye yapabileceği en büyük katkının, işte tam da bu ‘algıyı zorlamak’ olduğu gerçeğine de tabii!..
Devam edelim…
Şimdi de, kontrbas virtüözünün, çalma sitili nedeni ile, ayakta ve enstrümanına arkadan sarıldığını, teller üzerinde tuttuğu yayın, uzantısının da etkisi ile kontrbası sarmalamış olduğunu düşünelim…
Diğer eli, dişi formdaki müzik aletinin klavyesinin üzerindeki parmak hareketleriyle, onu tam da ensesinden okşuyor gibi olsun… Ve aralarında bulunan o muazzam çekim nedeniyle adamın giderek kontrbas formuna, kontrbasın da insan formuna dönüştüğünü, kontrbasın iki yanında oluşan kollara benzeşen uzantılarla, klavyesini geriye döndürerek onun da erkeğine sarılmaya çalıştığını belirtelim… Ve son olarak, oluşan formun şeklini, somuttan soyuta yumuşak bir geçişle kaynaştırıp bitirelim…
Kimbilir her biriniz ne kadar güzel heykeller tasarladınız!.. Bunu gerçekten de bilmek isterdim…
Sizi tebrik ediyorum ama bu kadar yeter!..
Çünkü burada benim algılamamı irdeliyoruz!
Sizinkini değil!..
Aşkı tarif etmek için böyle bir yol seçmek ve izleyicinin algılarını dürtükleme ihtiyacı duymak, hemen hemen her sanat dalında yaratım yapan sanatçılara ve sadece sanatsal kaygı taşıyanlara özgü bir durumdur. Gerçekten de sanatsal üretimler, sadece, yarattıkları algılama dürtüklemeleri nedeniyle, insanların ruhlarının evrilmesine katkı yapabilirler… Yeryüzünün en gelişmiş canlısı olan ‘İNSAN’ın, yaratıcılık gücünün gelişebilmesi için buna çok ihtiyacı vardır. Çünkü, kendi türlerine ve tek yaşam alanları olan Dünya’ya yaptıkları olumsuz etkiler ortadadır!
Şimdi de tasarladığımız heykeli birlikte bitirelim…
Silindirik, kısa bir kaide ve bu kaidenin üzerindeki çepeçevre dolaşan bir porte ve üzerinde birbirlerine sarılarak dans eden farklı notalar yaratalım!.. Tam da buraya, heykeli algılamaya çalışan ziyaretçiler ve bu yazıyı okuyanlar için, gizli bir sevgi mesajı yerleştirip heykelimizi bitirelim… Görsel algılamayı, sözsel algılama yolundan giderek, irdelemeye çalışırken, muhteşem birer heykel yarattık birlikte…
Elimizdeki tek görsel malzeme, somut-soyut karışımı üretilmiş bir heykel…
Kendi görsel algılarımdan yola çıkarak, birlikte kurduğumuz bu hayal, aslında 2002 yılında Samsun’da, adı ‘Sevgi Park’ olan bir parktaki yerini çoktan almıştır…
Ve heykelin fotoğrafı, okumakta olduğunuz yazının sonuna saklanmıştır!
Bakalım gördüğünüzde tanıyabilecek misiniz!..
İşte bu heykelin üretiliş biçimindeki görsel algılama ayrıntıları, beni ve sanatsal yaratım algılayışımı ifade ediyor… Oysa bu heykel, algılayış biçiminizi dürtükleyebildiği derecede estetiği, algıları zorlayabildiği oranda, sanatsal nitelikliliği ifade ediyor!..
Tıpkı, görsel algılamayı irdelemeye ve anlamaya duyduğumuz ihtiyacın, bizlerde yarattığı sonuç gibi!…
Sadece ‘sevgi’ nedeniyle yazılan bu yazıyı ve bu ‘birlikte yaratma’ deneyimini sevgiyle paylaşanlara, sevgilerimle…
Kontrast Sayı 30, Temmuz-Ağustos 2012
M. M. Gökhan YERLİKAYA