Hollandalı fotoğrafçı Erwin Olaf’ın “Paradise Portraits-Matt” (Cennet Portreleri-Matt) fotoğrafına bakarken, modelin gözbebeğindeki fotoğrafçının kendi yansıması bana hemen bir resmi hatırlattı. Olaf gibi Hollandalı olan ressam Jan van Eyck, 15. yüzyılda yaşamış ünlü bir Rönesans sanatçısı. Jan van Eyck’ın belki de en ünlü tablosu olan, 1434 tarihli “Arnolfini’nin Düğünü” adlı eserine dikkatle bakmanızı öneririm.
Resmi, İtalyan bir tüccar olan Arnolfini ve karısı, evlilik törenleri anısına ressam Jan van Eyck’a sipariş vermiş ve bu anı ölümsüzleştirmek istemişler. Önde sadakat sembolü olan küçük bir köpek, bir çift takunya ve çiftin hemen gerisindeki duvarda asılı dışbükey bir ayna duruyor.
Ayna resmin tam merkezinde ve çifti resimde simetrik olarak ikiye ayırıyor. Bizler, dışbükey ayna aracılığıyla odanın öbür tarafında yer alan diğer kişileri seçebiliyoruz. Yani, ayna aracılığıyla resmin bize göstermediklerini görüyoruz. Burada olduğu tahmin edilen iki kişi var. Birisi nikâhı kıyan din görevlisi, diğeri ise ressam. Aynanın hemen üstünde yer alan imza da (Jan van Eyck buradaydı, 1434) bu fikri destekliyor gibi. Ressam, ayna üzerinden resimde görünmeyen mekânı ve kendisini görünür kılmaya çalışıyor.
Ressamın resimde gösterdiği aynanın yansıması, Erwin Olaf’ın portre serisinde görülen yansımayla benzer gibi… (Gözbebeği ve resimdeki ayna, ikisi de dışbükey!) Modelin gözüne herhangi bir yansıma düşürmemeye çalışan birçok fotoğrafçı olabilir; ama, galiba Erwin Olaf bunu bilinçli bir biçimde yapıyor. Modelin gözbebeklerindeki yansıma ile aynanın üzerindeki ressamın görüntüsü bize birkaç şey söylüyor. İzlenen bir nesne olarak fotoğraf veya resimde, bizler ilk olarak görüntüye bakarız. Bu görüntü düğün resmi veya portre olabilir. Gözlerimiz önce bu görüntüdeki öyküye takılır. Daha sonra, görüntü üzerindeki detaylara bakarız. Bu detaylar ise bize yapıtın öyküsünden farklı bir şey söyler. O da, ressamın ve fotoğrafçının “Ben buradayım, sizi izliyorum, sizin izlediğinizi de izliyorum” demesidir.
Bizler, izleyici olarak bir esere baktığımızda onu üreten sanatçıdan çok, eserin kendisiyle iletişime geçeriz aslında. Çünkü karşımızdaki bir sanat nesnesidir ve gözlerimiz bu nesne ile estetik hazza dayalı bir ilişki kurar. Öte yandan, eserlerde saklı olan detaylar üzerinden sanatçıyla da temas kurmuş oluyoruz bir bakıma. Ama aynı zamanda, o da hem izleyiciyle, hem de izleyicinin izlediğiyle ilişki kuruyor.
Sanatçıların görüntülerinde kurgulamış olduğu bu saklı estetik “espriler veya ayrıntılar” eserleri farklı bir gözle değerlendirmemizi sağlıyor. Bizler “izleyici” olarak yapıtı izlenen nesne konumuna sokarken, sanatçının yansımaları aracılığıyla aslında bizler de izlenen nesne konumuna giriyoruz farkında olmadan…
Elif VARGI
Kontrast Sayı 25, Eylül-Ekim 2011