Yalnızca Türkçe’de değil, birçok dilde aynı sözcüklerle ifade edilebilen kavramlardır resim ve fotoğraf; picture, image, bild, resim…
İnsanlığın resim ile öyküsü ise tarih öncesi devirlerde mağara duvarlarına çizilen resimlerle başlar. Bu, ilk ressamların amacının, gözlemlediği nesne ve olayları sabitleyip bu bilgiyi başkaları ile paylaşmak olduğunu söylersek yanılmış olmayız.
İnsanın çevresindekileri anlama yolunda sahip olduğu en güçlü algının görsel algı olduğu düşünülürse, bir optik görüntüyü sabitleyebilmenin, yani resmedebilmenin, bunu başkaları ile paylaşmanın en önemli aracı olacağı da anlaşılmaktadır.
İnsanın çizerek, resmederek başladığı bu süreç, heykel, röliyef gibi üç boyutlu biçimlemeler ile daha farklı bir boyut ve etkinlik kazanmıştır. Ancak kullanılan araç ve yöntem ne olursa olsun, temel amacın görsel algının saptanması olduğu kabul edilmektedir. Bu ideal, insanlığı 1800’lü yılların başında Nicéphore Niépce’nin başlatıp, Louis-Jacques-Mandé Daguerre’in geliştirdiği fotoğrafa kavuşturacaktır.
Aslında, gözümüz gibi fotoğrafın da temeli olan karanlık kutuyu insanlar bundan çok daha önce kullanmaya başlamışlardı. İ.Ö. 3000 yıllarında Sümerlerin Camera Obscura’yı (Karanlık Kutu) Astronomi gözlemlerinde kullandığı bilinmektedir. Yine karanlık kutunun birçok ressam tarafından görüntüyü bir zemine aktararak resmedilmesini kolaylaştıracak bir araç olarak kullanıldığı da bilinmektedir. Bu niteliği ile, karanlık kutunun fotoğraftan önce resme hizmet ettiğini söylemek yanıltıcı olmayacaktır.
Fotoğrafın icadı ile birlikte daha iyi anlaşılmaktadır ki görsel algının her türlü ifadesi (resim, heykel, vb.), nesnel değil öznel bir olgudur. Gerçeğe en yakın olanı yeniden üretmek amaçlansa bile, bu hiçbir zaman orjinali ile aynı olmayacak, yapımcısının algı ve ifade farklarını taşıyacaktır. Hatta bunun fotoğraf için bile geçerli olduğu, fotoğrafın gelişim süreci içinde farkedilecektir. Buradan anlaşılmaktadır ki algılarımızın görsel ifadesi (resim, heykel, fotoğraf, vb.), sadece görsel değil, tüm algılarımızın zihnimizdeki yorumlarının bir ifadesidir. Bu noktada anımsamamızda yarar olduğunu sanıyorum ki, bugün özellikle görsel sanatların temel kavramı olan “Estetik”in kökeni, eski Yunanca’da duyum, algı, his anlamına gelen “Aisthesis”dir. Tarihsel süreç içinde görmekteyiz ki insanlar duygu, algı ve hislerini görsel olarak ifade edebilmek için birçok araç kullanmış ve geliştirmiştir. Bunlara 1800’lü yılların başında fotoğraf da eklenmiş bulunmaktadır. Bu araçlar kimi zaman tek başına, kimi zaman da birlikte kullanılarak insanların duygu ve düşüncelerinin ifadesine tercüman olmaktadır.
Çağdaş sanat anlayışında da araç ve teknik kısıtlaması olmaksızın insanların kendilerini en iyi ifade edebildikleri işlerin, en önemli sanat eserleri için aday olduklarını söyleyebiliriz.
Sanat eleştirmenleri benim resimlerimi “fotogerçekçi” olarak tanımlamışlar ve tanıtmışlardır. Öyledir de gerçekten. Bu arada önemli bir noktayı özellikle belirtmem gerekir ki, aslında ben fotoğraf makinesini kullanma konusunda pek deneyimli değilim. Birçok değerli fotoğraf sanatçısının arasında fotoğraf çekmeyi başarabildiğim iddiası korkarım ukalalık olacaktır. İşim boya benim. Boya ile yaşadığım serüven… Benim için resim yaşadıklarımın / belleğimde iz bırakmış / görsel anlarının plastik fotoğrafını tuvalde kalıcı kılmak… Herhangi biri, yaşanan anları kalıcı kılmak için fotoğrafını basar kâğıda, ben yaşadıklarımı fotoğraf tadında tuvale aktarıyorum… Realist olmamın sanırım fotoğrafla örtüşen bir yanı var.
Resimlerimde çoğunlukla kadınlar olmak üzere insanlar vardır her yaştan, her çevreden. İzleyenlerin aşina oldukları, bir bakıma görmekten haz duydukları figürlerdir bunlar. Ancak önemli olan nokta, buradaki gerçekliğin benim gerçekliğim olmasıdır. Yani, model olarak işgören bir dış nesneyi, tuval üzerinde yeniden oluşturmak değildir yaptığım. Zaten zihnimde olan birçok imgenin yer aldığı tuvali ayıklayıp temizleyerek en yalın ve etkili anlatımı sağlayacak bir tuval yaratmak için yaparım resimlerimi.
Sanat eğitimcisi ve ressam olarak geçirdiğim meslek yaşamımın 30. yılını 2013’te kutlamaya hazırlanıyorum. Bu süreç, değişik dönemleri olan, her dönemi farklı heyecan, tutku ve kaygıları taşıyan bir serüvendir benim için.
Beni çok etkileyen sanat dallarından olan “Fotoğraf” ile kendi resim anlayışımı çok yakın görmüşümdür hep. Öyle ya, bir fotoğraf sanatçısı da çevresinde ve zihninde olan birçok imgeyi temizleyip ayıkladıktan sonra seçtiklerinden kalan ile en etkili anlatımı sağlayacak kareyi paylaşmaz mı izleyicisi ile. Bu niteliği ile o fotoğraftaki gerçeklik de öznelleşmiş, sanatçısının gerçekliği olmuştur artık.
Her iş, başlangıcından bitişine dek ayrı bir serüvendir benim için. İçeriğinden tekniğine kadar her yönü ile değişken, dinamik bir süreçtir bu. Başta öngörülen ile sonuçta ortaya çıkan, beni de şaşırtır sıklıkla. Belki her sanatçı için böyledir bu yaratı süreci. Ancak kesinlikle benim heyecanımın, sevincimin, coşkumun, duygusal patlamalarımın ve hüznümün kaynağıdır bu süreç.
Bu nedenle kullandığım teknik konusunda hiç de tutucu sayılmam. Yeter ki etkin kullanabileyim. Zaten gelişebilmek, ileriye gidebilmek için öyle de olması gerek kanımca. Yani resimde her şey bir malzeme olabilir sanatçı için. Bu düşünce ile bir süre önce aklıma fotoğrafı kullanmak geldi malzeme olarak. Hemen kolları sıvadım ve Adana Onatça Sanat Galerisi’nde ve Ankara Grup Sanat Galerisi’ndeki sergilerimde izleyicilere sunduğum “Fotografik Kolaj” çalışmalarım ortaya çıktı. (Yazımla birlikte bu sayfalarda bazılarını sizlerle paylaşıyorum.)
Bu işlerde fotoğraf bana boya ile elde edemeyeceğim olanaklar sağlamıştı. Evet. Resim, anlatmak istediklerimi ifade edeceğim bir dil ise, dil ne kadar zenginleşirse yapıtım da o denli etkileyici olacaktı. Öyle de olmuştu işte. Fotografik kolaj çalışmalarım, izleyenlerin de eleştirmenlerin de beğenisini kazandı. Bu işlerin aldığı takdir ve beğenilerin yanında eleştirilere de değinmeden geçemeyeceğim. Çünkü hepsinin ortak noktası olan, “Fotoğraf kullanmak, kolaya kaçmak olmaz mı?” sorusu, aslında önemli bir yanlış inanışa dayanmaktaydı. Bu bakışa göre, teknik geliştikçe sanat azalacaktır. “Tüfek icad oldu, mertlik bozuldu.” Gerçekte ise durum böyle değildir. Tarih boyunca insanların geliştirdiği yeni teknolojiler sanatçıların olanaklarını genişletip işlerini kolaylaştıran bir girdi olmuştur. Aksi halde insanoğlunun sanat yelpazesi hiçbir araç gerece gerek duymayacağı şiir, şarkı söylemek, dans ve pandomimin ötesine geçemeyecekti.
Peki, “Kolaya kaçmak” anlamında değilse de resimde bir girdi olarak fotoğrafı kullanmanın koşulları var mı? Olmalı mı? Tabii ki var ve olmalı.
– Başkası tarafından yapılmış bir fotoğraf, değiştirilse de başka birinin resminde malzeme olmamalı bence.
– Kullanılan fotoğraf, kullanılan diğer teknik veya teknikler ile aslından daha farklı bir ifadeye ulaşmış olmalı ve bu ifade, sadece fotoğraf kullanılarak da elde edilemeyecek bir nitelikte olmalı.
Fotoğrafın resme getirdiği olanaklar ise sanatçısına yeni ve farklı birşeyler söyleme görevini hatırlatmaktadır.
Bundan sonra da resimlerimde fotoğraf ve gelişen her yeni tekniği gerektiğinde elbette kullanacağım. Adı “resmin plastik fotoğrafı” olan resim serüvenim devam edecek. Boya ya da boya olmadan. Değişerek, yenilenerek, şaşırtarak her seferinde.
Ara sıra atölyeme konuklar geliyor, resimlerimi çok gerçekçi buluyorlar. İçlerinden biri soruyor:
— Benim resmimi de çeker misiniz?
Kontrast Sayı 31, Eylül-Ekim 2012
Çiğdem Buçak TELLİ