adam, kadına, içinde yaşamadığı bir hikayenin kahramanı olmasını istemediğini söyleyecekti… adam, aylardır gerdiği oku serbest bırakacak, kadının ruhuna saplansın umuduyla yutkunacaktı… belki adam, kadının cesaretine odaklanacak; ama aynı adam, kadının karşısında karadelik gibi kendi içine çökecekti… ( işte korkaklığı !… )
kadın, sanki’leriyle gelmiş… bildiklerini söyleyemeyecek bir zamanda… belki o yüzden, stresli bir gülümsemeyle kalmaya çalışacak, ya da gözleri başkasınn duvarlarında…
( işte eksikliği !…)
adam kadına bakarken susuyor; susarak bakıyor… gözleri kadının dudaklarında… adamın bu sırada kendi dudaklarını ısırmasını bir gören olsa, bunu neden yaptığını anlaması hiç de zor değildi; kadına baksalar yeterdi..
adamın içinde uzun sessizlikler oluyor… keyifle seyrediyor, sessizliğini kadının… aklından geçen cümlelere dokunmuyor, onları sıraya dizmeye çalışmıyordu… nereye dökülürse sözcükler orada kalıyordu…
…
– “hadi yaz beni.. arkamda şu duvar değil, hayalindeki bir yer olsun.. güneş de isterim…” dedi kadın ve odanın diğer köşesindeki yarı karanlıkta durup adama döndü…
– “olur…” dedi adam; bakmaya biraz daha devam ederek.. sonra hızlıca, en çok üç dakika içinde belki de, aralıksız yazdı…
*
uzun bir zaman hiç bir cümleyi seslendirmemiş olmaktan kaynaklanan belki de; yokluk içinde dudaklar…
uzun zaman okşanmadığından sanki; taranmamış gibi duran saçlar…. devrilmiş ama ölmemiş bir ağaç sanki; kırık ama affetmiş bir kadın gibi bakan gözler…
boş bir banka, o sevdiği yazarın kitabını almaya giden sahibi tarafından zincirlenen küçük bir köpeğin sakin bekleyişi gibi; bir dingin beden…
o tarifsiz soğukluk hissi uyandıran, bir ten…
…
bir zamanlar burada çocuk sesleri vardı, tepeyi aşıp gelmişlerdi denizden, ellerinde balık kovaları… duygusu veren harabe bir ev, kadının arkasında…
güneşi sanki başka yerden söküp getirmişler, bu anın ışığı değilmiş gibi öylece asılı çerçevenin üst sağında…
belki de bu ısınamamışlık duygusu bırakan kıvrılma bu yüzden kadının kollarında…
*
kadın, adamın ürkek bakışlarıyla kendisine uzatılan kağıdı okurken, yazma sessizliği boyunca sahip olduğu tebessümü bırakıp, adama sorusunu sordu :
“portre mi bu şimdi ?.. “