Ali ÖZ | “Fotoğraf somuttur; yalansız dolansız, doğrudan bir anlatım dilidir.” (23. Sayı)

Onu en çok mitinglerde görüyoruz. Türkiye’nin neresinde olursa olsun, gündeme hangi olay düşse o orada. Fotoğrafçılık serüveni 1982’de başlamış. Fotoğraf onun için sadece bir araç; insana ulaşmak, insanın yanında olmak ve insanı anlatmak için. Neredeyse otuz yıldır, Türkiye’nin en uzun ömürlü fotoğraf projelerinden birini sürdürüyor: Türkiye’nin politik belgeseli. Kurban pazarlarından, sahne ve dans fotoğraflarına, Cumartesi annelerinden İstanbul Festivali’ne, ele aldığı konuların peşini yıllarca bırakmıyor. Dosya konumuz Basın Fotoğrafçılığı. Ali Öz’süz olur mu? Milyon kareye ulaşan arşivindeki görsel tarihimizin kitaplaşması dileği ile… ve Ali Öz…

Basın fotoğrafçılığına dair bir şeyler söylemek için kendi hikayemi anlatmalıyım size, otuz yıllık meslek hayatımı. Ben fotoğrafla ilk tanıştığımda Vietnam savaşındaki fotoğraf, Nepal bombasının önünden kaçan kız çocuğu fotoğrafı, beni çok etkilemişti. O günlerde fotoğrafı şöyle tanımlamıştım: fotoğraf somuttur; yalansız dolansız, doğrudan bir anlatım dilidir. Bugün hala bunun arkasında durmaya çalışıyorum. Ama bugün gelinen noktada “dijital kirlilik” dediğimiz kirliliği yaşıyoruz. Irak Savaşı’nı yaşadık. Yüzbinlerce görüntü geldi, geçti. Ama aklımızda pek bir şey kalmadı. Şimdi Libya savaşı oluyor. Anında, canlı fotoğraflar izliyoruz. Bu kadar çok görüntü karşısında, fotoğrafın etkileme gücünün azaldığını düşünüyorum.

Eskiden bindiğimiz uçak kaçırıldığı vakit, o haberi biz yapacağımız için neredeyse sevinirdik. Şimdi uçak kaçırılıyor, aynı anda yolcular 3G ile canlı yayın yapabiliyor. Böyle bir dönüşüm var. Bu anlamda benim kafam karışık. Fotoğraf tıkandı mı, bitti mi, nereye gidiyor, bunların cevabını ben de bulamıyorum açıkçası.

Ben fotoğrafı çekerim, sunarım; insanlardan kamusal alanda aldığım tepki benim için iyi fotoğrafı belirleyen şeydir.

Ben 78 kuşağının insanıyım. Belirli bir politik bilinçten geldim, yani foto muhabirliğine başlarken zaten politik bilincim vardı. Daha ilk günden fotoğrafın gücüne çok inanmıştım. Fotoğrafı ben, sadece bir araç olarak kullandım:

İnsanlık adına bir iş yapmak; kamunun sesi, gözü kulağı olmak ve insana dair sorunların çözülmesi için. Bu durum, başladığım günden bugüne kadar değişmedi.

Bir gün, 80 dönemi, ihtilal olduktan sonraydı. Bir dost meclisinde dedim ki: “Yeni bir makine aldım”. Markasını sordular. “Pentax ME modeli” dedim. “Abi öyle bir silah var mı?” dediler. Dedim ki: “Bu silah öldürmüyor; ama hayatı savunmak için, insanı savunmak için kullanılıyor”. Daha etkili bir silah olduğunu söylemiştim.

Fotoğraf: Ali Öz – Vehbi KOÇ’un Cenazesi

İyi Bir Foto Muhabirinin Özellikleri

Meslek yaşamım boyunca insancıl, insandan ve emekten yana, iyiden ve doğrudan yana, savaşa karşı bir bakış açısını korumaya çalıştım. Haksıza karşı haklıdan yana oldum. Bu anlamda elbette, fotoğraflarımda ben bir tarafım.

Ama gerçeği de mümkün olduğu kadar nesnel anlatmaya çalışıyorum; değiştirmeden, çarpıtmadan. İzleyiciyi yanıltmadan olayı vermek istiyorum. Fotoğraflarımdaki somut ve yalın anlatım nedeniyle, okuması yazması olmayan insan da, entelektüel insan da hemen hemen aynı etkiyi alabilir. Bana soruyorlar: “Niye savaş fotoğrafı çekiyorsun?”. Çünkü savaş var ve birileri çekmek zorunda. Savaşa karşı durabilmek için savaş fotoğraflarının çekilmesi lazım. Ama bunu yaparken hiçbir zaman slogan atmadım, slogancı bir anlayışı asla benimsemedim.

Yani iyi fotoğraf için birilerini feda etmedim. İyi fotoğraf için çok çalıştım, çok çabaladım. Hiçbir zaman para ve rekabet duygusu ile fotoğraf çekmedim. Fotoğrafın o insancıl yanını hep içimde benimsedim.

Ben eylemci miyim, fotoğrafçı mıyım? Ben fotoğrafçıyım. Ben olayları belgelemekle yükümlüyüm. Bu konuda, Mandela döneminde çalışmalar yapan Güney Afrikalı siyah bir fotoğrafçının yaklaşımını kendime yakın bulurum. Bir beyazı zenciler dövüyormuş. Fotoğrafçı aslında zenci ve zenci taraftarı. Demiş ki; “Ben şimdi bunu çekmeli miyim, çekmemeli miyim?” Çekmiş.

Basın fotoğrafçısı, kamusal alanda toplum adına bir iş yapan adamdır. O nedenle toplumun gözü kulağı olmak durumundadır. Foto muhabiri olarak bizler, insanlık adına bir iş yapıyoruz ve insanların görmediği, duymadığı, haberdar olmadığı konularda, onları biz haberdar etmiş oluyoruz. Bunu yaparken tabii bazı evrensel kriterler, gazeteciliğin kuralları var: kamusal sorumluluk, insani sorumluluklar gibi. Bunları unutmadan çalışmamız gerekiyor.

1990 yılıydı. Güneş Gazetesi yayın yönetmeni Metin Münir bize foto muhabirliğinin kurallarını içeren bir kitapçık dağıtmıştı. Örneğin, çay ısmarlar gibi fotoğrafçı ısmarlanmaz. “Ya, şurada bir olay var; git, çek” denmez. Olaya göre fotoğrafçı tasnifi diye bir tasnif vardı o dönemde. Kimisi sahne fotoğrafını, kimisi olay fotoğrafını, kimisi röportaj fotoğrafını daha iyi çeker.

Benimsediğim başka bir kural şudur: Foto muhabiri herkesin gördüğünü değil, görmediğini göstermelidir. Güneş’te çalıştığım dönemde basın toplantılarına büyük fotoğrafçılar gitmek istemezdi. Ben giderdim. Çünkü en sıradan anlardan bile çok ilginç fotoğraflar çıkabilir. İyi fotoğraf çekmek için uzaklara gitmeye gerek yok. Yakınımızda her zaman iyi bir fotoğraf vardır. Bakmasını bilmek lazım.

Basın fotoğrafçısı kapıdan kovulursa, bacadan girer. Haber neredeyse orada olacaksın, onu fotoğraflayacaksın. Basın fotoğrafçılığında eğitim ve deneyim önemli. Ama sevmek ve inanmak çok daha önemli. Eğitim kısa süreçli bir olay değildir. Otuz yıldır haber fotoğrafı çekiyorum, otuz yıldır da İstanbul Film Festivali’ni izliyorum. Sinema, tiyatro, dans çekiyorum. Herbiri benim için bir eğitim aynı zamanda. Benim hâlâ enstantane ve ölçüm yoktur. Her an değişken ölçüyü uygulayan bir insanım. Her an deneyen, her an yeni bir şeyin heyecanını duyan ve yaşayan bir insanım. Örneğin, “ağaç kadın” fotoğrafım bir çok açıdan çok önemsediğim bir fotoğraftır. Öncelikle o fotoğraf bir haber fotoğrafıdır. Bir hikayeyi anlatmak konusunda önemli bir fotoğraftır. Aynı zamanda sanatsal bir fotoğraftır, estetik yanı güçlüdür. İyi bir foto muhabirinin nasıl olması gerektiğini anlatan bir fotoğraftır. Kalabalık bir foto muhabiri arkadaş grubu ile bir davet üzerine GAP gezisine gitmiştik. Fotoğrafı Şanlıurfa Balıklı Göl’de çektim. Bir anda karşıma çıkan bir fotoğraf o. İyi fotoğrafın ne zaman karşımıza çıkacağı belli olmaz. Ben bu yüzden, çoğu insan bunu yadırgıyor, tuvalete giderken bile makinemi yanımda taşıyorum.

Foto Muhabirinin Özlük Hakları

Nokta, Aktüel, Tempo, Güneş, Milliyet gibi basın sektöründeki büyük yayın organlarının tamamında çalıştım.
Yirmibeş yıllık süreç içerisinde çektiğim fotoğraflara neredeyse hiç sansür uygulanmadı. Uygulatmıyordum çünkü.

Ben fotoğrafı, gazeteciliğin temel bir aracı olarak ve kendi istediğim alanda kullandım. Çalıştığım bütün yayın organlarında, gazetecinin ve foto muhabirinin özlük hakları için savaştım. İmza hakları, sendikalaşması, daha iyi ücret alması için çalıştım.

Bizim medya ve basın organlarında foto muhabirleri ezilen, horlanan, ikinci, üçüncü sınıf görülen, hatta mesleğin zencileri diye tanımlanan bir gruptur. Gazetecinin yaptığı iş ne kadar önemli ise, bizim yaptığımız iş de o kadar önemliydi. Yıllarca bunun savaşını verdim. Foto muhabiri olarak çok önemli bir iş yapıyoruz; ama işimizin arkasında durmayı beceremedik.

Bu konuda meslektaşlarımı ciddi anlamda eleştiriyorum. Mesleklerine sahip çıkmadıkları için mesleğin zencileri olmaktan kurtulamadık maalesef.

Fotoğrafın Etkileme Gücü

Fotoğraf dünyayı değiştiremez; ama bir etkileme gücü var. Bizim ülkemizde maalesef geçmişe dönük fotoğraflar arşivlenmediği, kitaplaştırılmadığı için hafızası olmayan bir toplum yaratılıyor. Örneğin, bu ülkede deprem gibi bir deneyimin bir fotoğraf albümü yok. Gelişmiş ülkelerde ne oluyor? Kasırga oluyor, deprem oluyor; hemen anında onun kitapları basılıyor. Niye? İnsanlar o fotoğraflarla, o kitaplarla ders alsınlar, eski hataları yapmasınlar, daha tedbirli olsunlar diye. Geçmişe dönüp bakın; 50-60 döneminin bir fotoğraf arşivi yok; 70 kuşağının yok; 68 kuşağının birkaç tane fotoğrafı var. 78 kuşağının derli toplu, bütün olayların anlatıldığı yansız bir fotoğraf albümü yok.

Ben fotoğraf sayesinde inanılmaz zengin bir hayat yaşadım. Çok sayıda ülke gezdim. Türkiye’de ayak basmadığım yer kalmadı. Çok sayıda insan tanıdım. Foto muhabiri olmak, hele de bizim ülkemizde, zorluklarla dolu bir…

Ali ÖZ

Kontrast Sayı 23, Mayıs-Haziran 2011

Bizi paylaşın..