Afşar TİMUÇİN | Fotoğrafta Güzel’i Yakalama (25. Sayı)

Sanat üzerine enine boyuna düşünmemiş olanlar fotoğrafın sanat olup olmadığı konusunda son derece çeşitli ya da değişik görüşler üretirler. Bilgisi olmadan görüşü olmak dediğimiz ve yaşamın her kesiminde çokça gördüğümüz ilginç bir durumdur bu. Fotoğrafın sanat olmadığı konusunda görüşler pek yaygındır, bu görüşleri üretenler arasında yaşamları boyunca eline fotoğraf makinesi almamış olanlar da, bir gün bile estetiğin sorunlarına yönelmemiş olanlar da vardır. Şu dünyada hiç kimse hiçbir şey bilmeyenler kadar bilgili değildir. Estetiğin pek bir anlam taşımadığı, onunla ilgili konuların sanatçıları bile çokça ilgilendirmediği, en basit estetik sorunlarının bile hiç tartışılmadığı, üniversitelerinde estetikle ilgili dişe dokunur çalışmaların yapılmadığı ve kürsülerin olmadığı bir toplumda bunu olağan karşılamamız gerekir.

Olağan karşılamak elbette onaylamak değildir.“Ritim mi, o da neymiş?” diyen müzikçiler ve “Simge de ne oluyormuş” diyen şairler ülkesinde sanatsal yaratma tümüyle gelişigüzel etkinliğin acımasız ellerine bırakıldığı gibi sanatla ilgili sorunlar da aklı her şeyi çözmeye hazır öngörülü kişilerin insafına bırakılmıştır. Çocuklarına Simge adını koyup onun ne olduğunu bilmeyenler arasında sanatçılar da var mıdır?

Fotoğrafın sanat olmadığını söyleyenler onun bu durumuna makineyle yapılıyor olmasını gerekçe gösterirler. Bundan makineyle yapılan şey sanat olamaz sonucu çıkmaz mı? Çıkar elbette. Sinemanın da makineyle yapıldığını söylediğinizde görüş sahibi kişi öfkelenecek, “Efendim o başka” gibi sözler söyleyecektir ya da inadını sonuna kadar sürdürerek sinemanın da sanat olmadığını söyleyecektir. Fotoğrafın makineyle yapılması birilerini neden tedirgin eder? Derler ki makine estetik nesneyi bildiğimiz gibi düzenlememize elvermiyor. İyi de, bu iş bütün sanatlarda böyle değil mi? Siz yaşam gerçeğini bir güzel hiçe sayarak nesneyi oluşturabilir misiniz? Sanat bir kurgudur ama, öznenin belirleyiciliği sanatta çok büyük bir ağırlık taşır ama nesnenin koşulları hiç mi belirleyici değildir. Romancı romanını yazarken nesnelliğin tümüyle dışında mıdır? Romancı romanını yaşamdan soyutlamalarla kurarken bildiği gibi rahat davranabilir mi? O kafaya göre yaşamdan izlenimler verdiğinde roman yazmış olur mu? Fotoğraf nesneye bağımlıysa sinema da nesneye bağımlıdır.

Tüm sanatlar yaşamı yorumlayarak güzel’e ulaşmak isterler. Burada güzel Dostoyevski’nin dünyayı kurtaracak bir güç olarak belirlediği güzeldir. Güzel yaşamın anlamıdır, onu plastik bir uyum nesnesi olarak görenler dünyaya ilkel bir gözle bakanlardır. Dünyayı güzel kurtaracak demek dünyayı doksan altmış doksan ölçüsündeki kızlarımız kurtaracak demek değildir, keşke bir umut onlar kurtarabilseler. Fotoğraf da tıpkı öbür sanatlar gibi, roman gibi, şiir gibi, müzik gibi güzeli gerçekleştirmeye yönelen bir sanattır. Yaşamın anlamlarını ortaya koymaya kalktığımız yerde sanatsal çabanın içine girmişiz demektir. Fotoğraf sanatçısı da öbür sanatçılar gibi dünyada yalnızca bir defa görülebilecek olanı bulup çıkarmaya ve bize göstermeye kalktığı noktada sanat yapmaya başlamıştır. Bu bir defa görülebilecek olan sözü bizi yanıltmasın. Bir defa görülebilecek olan yalnızca ve yalnızca özgün olandır. Özgünlük her sanat yapıtının indirgenemez özelliğidir ya da hatta mutlu yazgısıdır. Bir yapıt size ben bunu bir yerde görmüştüm izlenimi veriyorsa yapıt olmak konusunda zorlanıyor demektir. Bir sanatçının yapıtları birbirine benzediğinde bize tedirginlik vermez mi? Biz o sanatçının her yapıtını ayrı bir kişilik olarak görmek istemez miyiz?

Sanat olmayan ve sanat gibi görünen uğraşlar vardır. Güneşin batışını görüp duygulandığımda kendime göre bir şiir yazdığım zaman şair mi olurum? Her fotoğraf karesi bir sanat yapıtı mıdır? “Dur çekme, Asım enişte de gelsin!” durumunda ortaya çıkan şeyin bir sanat ürünü olmaktan çok bir an’ı saptama ürünü olduğu söylenebilir. Sanata yöneldiğimiz noktada öngörülerimize göre nesneyi oluşturmak diye bir sorunla karşılaşırız. Bu sorun romancının da sinema sanatçısının da sorunudur. Nasıl öykü yazarı öyküsünü oluştururken dural ya da taşlaşmış ya da donup kalmış bir nesne ya da nesneler topluluğu karşısında duymazsa kendini fotoğrafçı da böyle bir duyguya kapılmayacaktır. Çünkü o da her sanatçı gibi devingen bir dünya karşısındadır, ayrıca düzenleyebildiği bir nesneler dünyasının içindedir. Usta bir tiyatrocu bir oyunda örneğin sarhoşu oynarken elini şöyle mi yoksa böyle mi koyması gerektiğinin bilincindeyse fotoğraf sanatçısı da bir nesneyi bir nesneye yaklaştırırken ya da bir nesneyi bir başka nesnenin arkasına şu uzaklıkta koyarken elbette benzer bir bilinçlilikle davranacaktır.

Sanatın çağdaş anlamına baktığımız zaman onun zaman ve uzam ögelerini kullanarak yapay bir anlatım nesnesi oluşturmanın dışında bir amacı olmadığını görürüz. Her sanat yapıtı doğal ögelerden gidilerek oluşturulmuş yapay bir nesnedir. O yapaylık sanatçıyı tedirgin etmediği gibi izleyiciyi de tedirgin etmez, tersine insanla ilgili anlamları taşımak açısından her ikisine de güvence verir. Doğaldan uzaklaştığımız ölçüde, doğalın sınırlarını kırmayı başardığımız ölçüde sanata yaklaşırız. Kuşların gerçek sanıp gagalamak isteyecekleri üzüm salkımları yapmak aptallıktır, çünkü bizim boyayla yapmaya kalktığımız üzüm salkımı gerçeğinden daha gerçek olamaz, olsa da bir işe yaramaz. Ayrıca orada duran üzüm salkımını tuvale aktarmanın ne anlamı var, bırak olduğu yerde kalsın. Amaç kuşları kandırmak değilse böyle bir üzüm salkımı yapma çabasına hiç gerek yoktur. Sanatçı estetik görünümlerden giderek ya da kendi bilinç koşullarında özel olarak estetikleştirdiği nesnelerden giderek gerçek estetik nesne olan yapıtı oluşturduğunda bunu insanla ilgili çok özel anlamları ortaya koymak için oluşturmuştur. Her gerçek sanat, fotoğraf sanatı da içinde, yaşamı doğru yorumladığı ölçüde bizi ilgilendirir.

Afşar TİMUÇİN


Kontrast Sayı 25, Eylül-Ekim 2011

Bizi paylaşın..