Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentliği, Ankara’nın tarihindeki ilk başkentlik deneyimi değildir. Sık sık dile getirilen bir gerçektir; Ankara, Türklerin bu coğrafyada, Konya, Bursa, Edirne ve İstanbul’dan sonra beşinci başkentidir. Ancak Ankara’nın -her nedense dikkatlerden kaçan- bir beşinciliği daha vardır ki o da Ankara’nın tarihindeki beşinci başkentliğini yaşamakta olduğudur.
İlk defa Galatlar’ın üç kolundan biri olarak Ankara’ya yerleşen Tektosaglar’ın başkenti olan Ankara M.Ö.21’de Roma İmparatorluğu’na bağlı Galatya Eyaleti’nin başkenti olarak tarihindeki ikinci başkentliğine erişir. Ankara’nın üçüncü başkentlik deneyimi M.S. 7. ve 8. yüzyıldaki Bizans’a (Doğu Roma) bağlı Opsikion ve Bukellarion themalarının başkentliğidir. Dördüncü olarak, Türk tarihindeki ilk ve tek kent-devlet örneği, Ankara(Ahi) Cumhuriyeti’nin başkenti olan Ankara, son defa modern Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olarak bir kez daha tarih sahnesine çıkar (Ankara’nın başkentliklerine M.Ö. Sekizinci Yüzyıl’da Polatlı yakınlarındaki Gordion’da yaşadığı Frigya başkentliği de eklenebilir).
Tarih boyunca defalarca başkentlik yapmış böyle bir kenti bir kez daha başkent seçen Türkiye Cumhuriyeti için “başkentini değiştirdi” demek doğru olmasa gerekir. Öncelikle göz ardı edilmemesi gereken bir gerçek vardır ki Türkiye Cumhuriyeti, yeni bir ülkedir ve başkentini kendi coğrafyası içinde, en uygun gördüğü yerde oluşturmuştur.
Dünyada başkentini değiştiren pek çok ülke vardır. Örneğin; başkentini Upsala’dan Stockholm’e taşıyan İsveç, Kyoto’dan Tokyo’ya taşıyan Japonya, İsfahan’dan Tahran’a taşıyan İran ve St. Petersburg’dan Moskova’ya taşıyan Rusya’dan başka, yakın zamanda da Almanya başkentini Bonn’dan Berlin’e, Kazakistan ise Almatı’dan Astana’ya taşıdılar. Ayrıca birer taşınma sayılmasa da dünyada, Pakistan’ın başkenti İslamabat, Brezilya’nın başkenti Brasilia, ABD’nin başkenti Washington ve Avustralya’nın başkenti Canberra gibi başkent olarak inşa edilen kentler de mevcuttur.
Öte yandan Ankara’nın başkentliği pek de kolay gerçekleşmemiştir. Bu büyük kararın nedenleri hakkında görüşler farklı olsa da, hem içerde hem dışarıda Ankara’nın başkent olmasına karşı çıkanlar olmuştur. İçlerindeki payitaht özleminden vazgeçemeyen Hilafet taraftarı yerli karşıtlar gibi İstanbul’daki görece rahat yaşamlarından vazgeçmek istemeyen Batılı diplomatların öncülüğünü yaptığı yabancı karşıtlar; bu kararın Atatürk’ün geçici bir hevesi olduğunu, başkentin en kısa zamanda İstanbul’a taşınacağını düşündüler.
Yanıldılar…
Hilafet taraftarları, (o dönemde) bu özlemlerini içlerine gömerlerken, başını İngiltere’nin çektiği bazı ülkeler daha açık bir tavır aldılar ve büyükelçiliklerini Ankara’ya taşımadılar. Bunun üzerine çıkarılan bir kanunla, Ankara’da büyükelçilik açacak ülkelere bedava arsa verilmesi ve kendi arsasını satın alan ülkelerin de paralarının iade edilmesi kararlaştırıldı.
İlginçtir, ilk tahsisi İngiltere aldı. Aldı ama gene de inşaata başlamayarak direnişini sürdürdü.
Atatürk, işte tam da bu günlerde, Çankaya Köşkü’nün açılışı nedeniyle vereceği davet için İngiltere’nin ulusal gününe yakın gelen bir tarihi (1 Haziran 1929) seçerek bu direnişi kırdı.
Bilindiği gibi diplomaside mütekabiliyet (karşılıklılık) diye bir kavram vardır, örneğin bir ülke diğerinin ulusal gününe hangi düzeyde katılmışsa, muhatap ülkenin ulusal gününde de aynı düzeyde katılım beklenir. Üstelik o devirde, böyle ulusal gün ve benzeri davetler çok önemlidir, çünkü sınırlı bir basın ve radyo dışında ülkelerin birbirleri hakkında tek bilgi alma ortamı bu davetler olup her türlü istihbarat buralarda yapılmaktadır. Ayrıca Genç Cumhuriyet ve Atatürk, Avrupa için henüz kapalı kutu olduğuna göre hiç bir diplomat, bu daveti kaçırmayacaktır. Dolayısıyla bütün protokol Ankara’da olacak ve İngiltere’nin -her zaman İstanbul’da verdiği- ulusal gününe katılım alt düzeyde kalacak, bu da İngiltere’nin prestijini kötü etkileyecektir. Sonuç olarak 1929’da İngilizler ilk kez ulusal günlerini İstanbul yerine Ankara’da kutlamak zorunda kaldılar ve Atatürk’ün bu ince planı sayesinde altı yıl süren direnişleri sona ermiş oldu.
Bir kez daha görüyorum ki; Büyük Önder Atatürk’e ne çok şey borçluyuz…
Kontrast Sayı 37, Eylül-Ekim 2013
Timur ÖZKAN
Ankara Araştırmacısı