SÖMÜRÜ VE AHLAKSIZLIKLA MÜCADELEYE ADANMIŞ BİR YAŞAMIN KISA ÖYKÜSÜ
“Boş boş dolanıp oyalanan, endişeli göçmen kalabalığının ortasında, Hine konusunu yerleştirmek, [onları] kalabalıktan yalıtmak ve poz ayarlarını yapmak zorundaydı -neredeyse her zaman, dil engeli yüzünden hiç konuşmadan. Basit, 5 x 7 inç Graflex kamerasını eski püskü üç ayağın üzerine kurmak, kamerayı odaklamak, saydamı sürmek, flaşını pudrayla doldurmak; kendi görünüşü, jest ve mimikleri aracılığıyla istediği poz ve ifadeyi açığa çıkarmak için hayli uğraşmalıydı… Kıvılcımlar saçarak parlayan pudralı flaş gürültüyle patladı, pozlama yapılmıştı, odadaki herkesi körleştiren dumanın koruyucu bulutu altında, Hine tasını tarağını toplayıp gidecekti. İkinci bir pozlama söz konusu bile olamazdı; tek çekimlik fırsatı vardı.” [1]
Yirminci yüzyılın şafağıydı! Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcından on yıl ya da Lewis Wickes Hine’ın Ulusal Çocuk İşçiliği Komitesi’nde (NCLC) çalışmaya başlamasından yalnızca birkaç yıl önceydi. Hine, New York’taki Ethical Culture School’da, öğretmen ve okul fotoğrafçısı olarak çalışıyordu. O sırada kendisine verilen iş, New York Limanı’nın yanı başındaki Ellis Adası’na gelen göçmenleri fotoğraflamaktı.
Berbat koşullarda okyanusu geçip, her gün, yalnız ya da ailecek gelen binlerce göçmenin ana karaya geçmeyi umduğu yerdi Ellis Adası. Kendi ülkelerinden çok uzakta, yabancı bir yerde hayallerin, umutların, yeni başlangıçların köprüsüydü.
Öğrencilerini de yanına alarak, kamerasıyla Ellis Adası’na sık sık gitmeye başlayan Hine içinse bu iş, “devlet arşivlerine yarasın” diye göçün belgelenmesinden çok daha öte anlamlar taşıyordu. Onun ilgisi, portrelerine de kuvvetle yansıdığı gibi, Amerika’da beklenen geleceğin gerçekleriyle neredeyse asla örtüşemeyecek umutlara ve hayallere sahip bu insanlara saygı gösterilmesi üzerineydi.
Fotoğraflamak için Amerikan tarihinin böylesine önemli bir zaman aralığını benimsemesi de rastlantı değildi. Göçmen istismarının ve sömürüsünün ayakta tuttuğu bir toplum dönemi doğuyordu. Şüphesiz ki Hine, aldığı eğitimin de ona kazandırdıklarıyla ahlaksızlık ve zulmün giderek güçlenen ayak seslerini pek çoklarından çok daha önce fark etmişti. Oysa, göçmenlerin çoğu Ellis Adası’nı Amerika’da başlayacak yeni hayatın kapısı olarak görüyordu. Hine içinse Ellis, göçmenleri yeni dünyada bekleyen insani haksızlıkları teşhir edeceği, “saplantılı” bir yaşam kariyerine giriş kapısı olacaktı. Hine pek de rüya olmayan “Amerikan Rüyası” gerçeğini ifşa edecek fotoğrafları çekebilmek için yıllar yılı kılıktan kılığa, kimlikten kimliğe bürünecek, kendi yaşamını sık sık riske atacaktı.
“Gururlu Yahudi ‘Madonna’ ve ışıltılı Alman Ailesi’yle Hine’ın Ellis Adası’nın, aç gözlü ve duygusuz bir sistem tarafından sömürülen, ucuz işgücü bulma ortamına dönüştüğü çabucak ortaya çıktı. Yazın aşırı sıcaklarda, kışın dondurucu soğuklarda, ısıtmadan, sıcak sudan ve hatta tuvaletten yoksun küçücük, iğrenç kulübelerde sınanıyorlardı göçmenler. Rüya; açlık sınırında maaşların verildiği, çok kötü çalışma şartları olan işyerlerinde ya da bitmeyen eziyetleriyle kasvetli, harabe apartmanlarda sona erecekti. Üstelik, bütün suçların en büyüğü işlenecek, çocukların işçi olarak sömürülmesi onların tüm umutlarını ve arzularını kurutacaktı.” [1]
Ellis’ten her gün kaybolan ya da sürülen binlerce insanın akışına tanıklık eden ve yaklaşık beş yıl boyunca belgeleyen Hine’in doğal olarak merakı da değişti. Bu yeni merakı, onu, adadan ayrıldıktan sonra fotoğraflarındaki öznelerinin başına neler geldiğini belgelemeye zorladı.
“Madenlere, haddehanelere ve fabrikalara girebilmek için Hine pek çok kılığa bürünmek zorunda kaldı. Etik Kültür Okulu’ndaki öğrencileri, şımarık bir sokak serserisine ya da seyyar satıcıya dönüşmüş haliyle onu, kendilerini güldüren müthiş bir aktör olarak görüyorlardı. NCLC için fotoğraf çektiği dönemde yangın müfettişi, kartpostal satıcısı ya da incil satıcısından sigorta satan yoksul bir okul öğretmenine kadar geniş bir kimlik repertuarı vardı. Bazen fabrika makinelerini fotoğraflayan bir sanayi fotoğrafçısıydı. Bir dokuma tezgahını fotoğraflamak üzere düzeneğini kurar, sonra bir ölçme duygusu kazanabilsin diye bir çocuktan görüntünün içine girmesini isterdi. Hine, zeminden kendi yeleğinin üzerindeki bütün düğmelerin yüksekliğini bilir, böylece yanı başında dikilen çocuğun boyunu ölçebilirdi. Cebinde sakladığı şey yaş, çalışma koşulları, hizmet yılı, eğitim gibi yaşamsal istatistikleri kaydettiği küçük bir not defteriydi. Bir fabrikaya girmeyi beceremediği zamanlarda da çoğu kez sabahın erken saatlerinde evleri ziyaret eder ve uzun bir iş günü için yola düşmüş çocukları fotoğraflamak için dışarıda beklerdi.” [2]
Bıkıp usanmadan, yorulmak nedir bilmeden çalıştı, büyük mesafeler katetti. Çocuğun korunmasına ve Amerikan endüstrisi işçi sınıfının sosyal koşullarına olan aşırı ilgisinin peşindeyken, sık sık kendi refahını da hayatını da riske attı. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında İngiltere ve İskoçya’da, sosyal adaletsizliğin belgelendiği sırada, Lewis Hine, Amerika’da, sömürüye ve ahlaksızlığa karşı fotoğrafı bir silah olarak kullanan ilk fotoğrafçılardan biri olmuştu bile. Reform hareketine dalmıştı; onun işleri çocuk iş gücüne karşı yasama savaşının eksenini oluşturuyordu. Hine’in çalışan çocuklarının unutulmaz portreleri henüz çok yeni ortaya çıkan fotoğraf medyasıyla buluştu. Bu birliktelik ABD’de çocuk işçiliği yasalarında köklü değişikliklere yol açtı.
Yaşamının son yılında maddi güçlüklerle mücadele ediyordu; evini kaybetti ve yardım başvurusunda bulundu. Bir yandan da kütüphaneye bağışlamak üzere nihai koleksiyonun bir parçası olarak, kendi eliyle tape ettiği etiketlerle tanımlanmış ve gri karton üzerine monte edilmiş özgün baskılarını bir araya getirmeye uğraşıyordu; ki, öldü! İşin ortasındaydı, 66’sında ve 1940 yılında.
* * *
Chicago, Columbia ve New York Üniversitelerinden iyi eğitim almış bir sosyolog olan Hine, araştırmada ve bulgularını başkalarına iletmede, kamerasını çok güçlü bir araç olarak görüyordu. Aldığı eğitim, olan bitenlerin arka planını ve yarattığı sosyal etkileri anında anlamasını sağlıyordu. Zaten, temel sosyal haklardan yoksun olanların refahıyla pek yakından ilgiliydi.
Hine, fotoğraflarının öznel olduğunu, tam da bu nedenle, temel sosyal haklardan yoksun ve sömürülen sınıfların yaşamları üzerinde ekonomik sistemin etkisine yönelttiği eleştirinin ne kadar güçlü ve ne kadar kolay kavranabilir olduğunun farkındaydı. “Foto-Yorum” olarak tanımladığı fotoğrafları “İnsan Belgeleri” olarak yayınlandı.
Ellis fotoğraflarını 1904 – 1909 yılları arasında çekmişti. Göçmen kotaları uygulandıktan sonra, 1926’da, fotoğraf çekmek üzere Ada’ya yeniden dönen Hine, koşulların biraz iyileştiğini gördü. Belki de fotoğrafları gelecek için bir fark yaratmıştı. Hakkında yazanlara göre, “Onun fotoğrafları, döneminin belgesel fotoğrafçılığından farklı olarak, tuhaf bir şekilde merhametli, aşırı insancıl ve dokunulmamıştı.”
Onu en ünlü yapansa, yüzyıl dönümünde zor ve tehlikeli işlerin yaptırıldığı “görünmez” çocuk işçileri gösteren fotoğraflarıdır. Tıpkı sonraları çocuk işçi fotoğraflarını çekerken yaptığı gibi, Hine Ellis’te de öznelerini saygılı ve ciddiyetle fotoğrafladığından emin olmak için elinden geleni yapıyordu. Yine de ilk bakışta, fotoğraflarındaki özneler sanki modellik yapanlardan çekilmiş portrelere benziyor; sanki özneler ona poz veriyor. Öte yandan aynı özneler ne daha az otantik ne de daha az dürüst. O dönemin fotoğraf donanımları fotoğrafçısına çok sınırlı teknik olanaklar sunuyordu. Bu ve Hine’in özneleriyle olan dilsizliği göz önüne alındığında, Ellis koleksiyonundaki fotoğrafların çok ender rastlanır türden olması şaşırtıcı değil.
Günümüzden farklı olarak, o dönemde göçmenlikle ilgili yaygın görüş hiç de övgüye değer değildi. Hine’ın işleri, ne döneminin aynı eski klişelerini yeniden üretmek ne de “yabancı” ya da “egzotik” bir görüntü yaratmak üzere düzenlenmişti. O, göçmenleri, aileleri için daha iyi bir yaşam sağlamaya ve zor koşullarda çalışmaya uğraşan “sıradan insanlar” olarak göstermek istiyordu. Kendisinin de dediği gibi Hine’ın en büyük umudu, fotoğraflarına bakarken, tıpkı 400 yıl önce Plymouth Rock’a ayak basan hacılara duyulan saygının aynını yeni göçmenlere de hisseden insanların var olmasıydı.
Neyi gösterirse göstersin Hine’ın Ellis fotoğrafları, fotoğrafa konu olmuş öznelerle bu öznelere bakan kişiler arasında bir tür kendiliğinden doğan empatinin altını çiziyor. Bu da Hine’in amacına ulaştığına işaret ediyor. Çünkü o, Ellis Adası’nın göçmenlerini Amerikalılar’ın gözünde insanlaştırmaya; yolculuklarının, isteklerinin, mücadelelerinin herhangi bir Amerikalı’dan farklı olmadığını göstermeye uğraşmıştı.
* * *
Lewis Hine’ın, Amerikan Devlet Arşivleri’nde gizlenmiş halde bulunabilen işlerinin tümü, fotografik ustalığın en yok sayılmış ve unutulmuş örnekleri oldu çok uzun yıllar boyunca. Toplumsal bilincin doğup yükselmesinde bir eksen olduysa da çağdaşları onun işlerini gerçekten bir sanat olarak asla kabul etmedi. Fotoğrafları LIFE dergisi tarafından reddedilmişti. Hatta ölümünden sonra bile! Modern Sanat Müzesi fotoğrafları LIFE’a yeniden sundu ama yine kabul edilmedi.
“Gökdelenin tepesinde öğle yemeği” adlı fotoğraf Amerikan fotoğraf tarihinin en ünlü yapıtları arasında yer alır. New York sokakları üzerinde yükselen bir inşaat kirişinin üzerinde yan yana oturmuş on bir adamın ayaklarını boşluğa, aşağı sallandırmış şekilde öğle yemeği yiyorlarkenki an’ı gösteren bu fotoğrafın Hine’a ait olduğu kabul edilmişti. Sonra ne olduysa Charles C. Ebbetts’e ait olduğu öne sürüldü. Şimdilerde de, resmi olarak, “anonim” bir çalışma kabul ediliyor. Bu çok özel fotoğrafı çekmiş olsa da olmasa da Lewis Hine’ın ödüllerin ya da madalyaların asla peşinde olmadığı artık açıkça biliniyor.
“Öyküyü sözcüklerle anlatabilseydim, kameramı peşimden sürüklemem gerekmezdi!” diyerek anlatıyordu kendini Lewis W. Hine. O, işleriyle dünyayı tam anlamıyla değiştiren bir toplumsal belgesel fotoğrafçısıydı. Hine hakkında aktarılabileceklerin tamamlayıcısı olarak, Almanya, Regensburg Üniversitesinde Amerikan Araştırmaları üzerine doktora yapmış Klara-Stephanie Szlezák’ın şu yorumu oldukça önemli:
“Lewis Hine’in sosyal belgesel fotoğrafçılığının kökeni, onun entelektüelliğinin pragmatizmle birleşmesinde bulunabilir. Çağdaşları Jacob Riis ve Alfred Steiglitz’e zıt olarak Hine’ın fotoğraflarının, onun ilerici, entelektüel sosyal çevresi bağlamında birincil kaynaklar olarak okunması (yazarın niyeti), göçmenlerin ve işçilerin kişisel yaşamları konusunda, Hine’ın ne kadar bilinçli ve hoşgörülü bir yorumcu olduğunu açığa çıkarıyor. Tümüyle kendine özgü belgesel tarzda, nesnelerinin çoğunlukla isimlendirilmemiş portrelerini miras bırakmış olsa da, 1900’lerin başlarında, göçmenleri kuşatan nativizm [3], sömürü düzeni ve sosyal darwinizm [4] sorunlarına karşın Hine, onlara bireysel bir kimlik kazandırdı. 1900’lü yılların New York’unu, özellikle de Ellis Adası’nı kendi algılarıyla çektiği görüntüleri [*] aracılığıyla aktardı. Hine’ın filozof William James’in “yaşanmış deneyim” formülasyonundan etkilenmesinden beri, tarih bilimciler, sözcüklerle yer değiştiren görüntüler aracılığıyla iletişim dilinin pragmatist sorununu çözmede, James’in felsefesinin objektifinden bakarak Hine’ı okuyabilirler.”
[*] Lewis Hine’ın Ellis Adası fotoğraflarının bazıları New York Public Library digital collections altında izlenebilir durumda. İlgili web sitesinin adresi şöyle:https://digitalcollections.nypl.org/items/510d47d9-4e92-a3d9-e040-e00a18064a99/book?parent=b0a962f0-c608-012f-b422-58d385a7bc34#page/1/mode/2up [1]. Walter Rosenblum, America & Lewis Hine (1904-1940)
[2]. Walter Rosenblum, America & Lewis Hine (1904-1940)
[3]. Göçü ve göçmen girişini engelleyerek yerli halkın etkilenmesini engelleme temeline dayanan siyasal akım.
[4]. Darwin’in biyoloji ya da evrim teorisini insan toplumlarının tarihsel gelişimine uygulayan ve bu çerçeve içinde “varoluş mücadelesi” ya da “yaşama savaşı” ve “doğal ayıklanma” ya da “en güçlünün ya da koşullara en iyi biçimde uyum sağlayanın ayakta kalışı” fikirlerine özel bir önem atfeden görüş.
Serpil YILDIZ