Mehmet KAÇMAZ
Nar Photos’u ortaya çıkaran dinamiklerden ilki Fotoğraf Vakfı oluşumu ve daha öncesinde Nar’ı oluşturan isimlerin bir bölümünün içinde yer aldığı, Dayanışma Gönüllüleri Derneği ve Fransız Sivil Toplum Örgütü L’Enfants Du Monde’un; 1999 depremi sonrası İzmit Bekir Paşa Çadır Kenti’nde çocuklarla yürüttüğü atölye çalışmaları idi. Bu atölyede yer alan bir grup fotoğrafçı, ileriye dönük kolektif işler yapmak niyeti taşıyordu. İkincisi ise Fotoğraf Vakfı ve World Press Photo’nun 2001-2003 arasında yürüttüğü ‘Basın Fotoğrafçılığı’ atölyesi idi. Ajansı oluşturan ilk kadro bu iki çalışmada birlikte çalışmış fotoğrafçıların bir araya gelmesi ile oluştu.
Bu yapılanmayı ortaya çıkaran temel neden, Türkiye’de birçok alanda olduğu gibi dayanışma, kolektivizm ve örgütlenme eksikliği idi. Kollektifi oluşturan fotoğrafçıların tümü, birlikte yol almanın ve kolektif ruhun önemine inanan insanlar. Ticari bir birliktelikten çok gönüllü ortaklık temelinde bir yapımız var. Diğer taraftan dünyada 1900’lü yılların başına dek giden fotoğraf ajansları/kolektifleri geleneği Türkiye’de yeterince anlaşılamamış ve yaşanmamış bir örgütlenme biçimiydi. Bizler de bu eksikliğin hayli farkındaydık. Nar Photos; belgesel fotoğraf, haber fotoğrafı ve foto-röportajlar üreterek yaşadığı zamana tanık olmak, bunun ötesinde ele aldığı konuları sorgulayarak değişime mütevazı de olsa katkıda bulunmak isteyen bir yapılanma. Bizi bir araya getiren temel dinamik, fotoğrafın toplumsal işlevine ve hayata benzer bir pencereden bakıyor olmamız ve ortak hedefler taşıyor olmamızdı.
Dünyada uzun bir maziye sahip olsa da fotoğraf ajanslarının Türkiye macerası oldukça yeni diyebiliriz. Nar Photos 2000’li yılların başında kurulduğunda kendi alanındaki tek yapılanmaydı. Fakat son 5 yıla baktığımızda serbest çalışan bizim alanımızdaki fotoğrafçıların bir bölümünün yeni yapılar oluşturduğunu görüyoruz. AP, Reuters, AFP, EPA gibi sıcak haber fotoğrafına odaklanmış büyük dağıtım ağlarını ve bu ajanslarda kadrolu olarak çalışan yerli fotoğrafçıları bir kenara koyarsak son yıllarda yeni yeni lokal kolektifler ve ajanslar doğmaya başladılar. Bizce bu hayli olumlu bir gelişme. Muhtemelen temel kırılma noktalarından biri memleket fotoğrafçılarının dünya ile bağının giderek artıyor olması. Özellikle internetin yaygınlaşması ile birlikte birçok şey daha ulaşılabilir hale geldi. Deneyim aktarımı, fotoğrafçıların bilgi ve görgülerini geliştirebilmeleri, işlerini uluslararası dolaşıma sokabilmeleri bugün geçmişe nazaran çok daha kolay.
Bir kaç cümle ile nerede durduğumuzu ve ne yapmaya çalıştığımızı özetlemek mümkün. Kuşkusuz dünyada gazetecilik / habercilik açısından evrensel ilkeler var. Bizim gibi sorulardan çok cevaplar ve reçetelerin peşinden koşan toplumlar açısından ise ilkelerden çok, söylene söylene anlamsızlaşan, biraz düşünüldüğünde özü itibarı ile zaten anlamsız olan büyük sözler var. “Tarafsızlık” gibi örneğin… Aksine Nar Photos olarak içinde yer aldığımız, sürdürdüğümüz her bir etkinlikte bir taraf olduğumuzu düşünüyoruz. Fakat iki noktanın altını çizmekte fayda var. Eğer yaptığınız işi gerçekliğin doğasını bozmadan, onu tahrif etmeden sürdürüyorsanız, hem “taraf” olmak, hem de “dürüst” olmak mümkündür. Bizim açımızdan doğrusu da budur. Cinsiyetçi, ayrımcı, aşağılayıcı, yargılayıcı olmadan toplumsal hayatın yüzeydeki görünümünden çok arka planındaki neden sonuç ilişkilerini, olayların altında yatan olguları görünür kılmaya çalışırken hem “taraf” olmaya hem de dürüst bir şekilde etkinliğimizi sürdürmeye çalışıyoruz.
Organizasyon yapımız bir şirketten, ticari bir yapıdan çok gönüllü ortaklığa yani kolektif birlikteliğe dayanıyor. Her tür karar süreci, yapıyı oluşturan tüm bileşenlerin ortaklaşa fikri ile alınıyor. Hiyerarşik bir yapılanma değiliz. Fotoğrafçılar hem bireysel projelerini yürütüyorlar hem de kolektifin, Merhabarev, Milyonluk Manzara gibi fotoğrafik çalışmalarında olduğu gibi, ortak üretim sürecinin içinde yer alıyorlar. Yürüttüğümüz tüm çalışmalar fikir alışverişine ve tartışmaya açık tutuluyor. Bu da aslında editoryal anlamda her bir üye için son derece geliştirici bir rol oynuyor. İş bölümü üyelerin ilgi ve deneyimlerine göre gerçekleşiyor. Fakat temelde yapıya dair her bir faaliyet tüm üyelerin sorumluluk hissederek bir tarafından tuttuğu ortaklaşa bir sürece dönüşüyor.
Bir ajans ya da kolektif bünyesinde çalışmak kuşkusuz tek başına fotoğrafçılık faaliyeti sürdürmekten daha geliştirici taraflara sahip. Bir yapının parçası olmanın, özellikle bilgi ve deneyim paylaşımını sistematik ve sürekli hale getirmesi bakımından fotoğrafçıların ufkunu genişleten bir yanı var. Ayrıca ürettiğiniz işlerin kurumsal anlamda temsil edilmesi, haklarınızın korunması açısından da pratik anlamda avantajlı bir durum. Bizim gibi yapılardaki ortak çalışmalar fotoğrafçılar arasında bir rekabetten çok pozitif etkileşimin önünü fazlasıyla açıyor. Eğer değişmeye ve eleştiriye açıksanız yapıyı oluşturan her bir fotoğrafçı sizin aynanız haline geliyor. Bu da tüm etkinliğinize ve ürettiklerinize başka pencerelerden bakma şansı veriyor size. Kötü tarafı şu; kendinizi ve fotoğraflarınızı çok seviyorsanız, egonuz kolektif tartışmaları, eleştiriyi kaldıramayacak kadar önünüze set çekmişse saydığım tüm bu olumlu durumlar sizin için bir kâbus haline gelebilir. Bu nedenle kolektif bir yapı içerisinde yer alacak fotoğrafçıların kendilerini de bir eleştiri nesnesi haline getirmeleri önemli.
Nar Photos’un çeşitli ülkelerde (ABD, Almanya, Fransa, İsviçre, Hollanda, İtalya, Yunanistan, Polonya) fotoğraf dağıtımını gerçekleştiren partner ajansları var. Bu ülkelerdeki herhangi bir medya organı öncelikle ilgili partnerlerle iletişim kuruyor ve fotoğraf satışları ile bu dağıtımcılar ilgileniyorlar. Herhangi bir ülkeden bir sipariş iş alacaksanız yine bu ajanslar kanalı ile size ulaşıyorlar. Ajansta arşiv satışlarındaki ücretlendirmeler birçok koşula bağlı; bir derginin büyüklüğü, kaç ülkede edisyonu (baskısı) olduğu, fotoğrafın sayfadaki büyüklüğü vb. çoğu değişken fiyatı belirliyor. Size çekmeniz için sipariş edilen işlerde de batıda üç aşağı beş yukarı birbirine yakın bir ‘day rate’ var. Yani siz yapacağınız çekim için günlük bir ücret alıyorsunuz. Bu da yine özellikle derginin büyüklüğüne ve bütçesine bağlı olarak değişiyor.
Büyük dağıtım ağları (AP, Reuters, EPA, AFP…) Türkiye’deki fotoğrafçıları kanalı ile uluslararası toplumu ilgilendirecek genişlikteki haberleri dünya medyasına dağıtıyor. Özellikle Gezi Parkı Protestoları sırasında Türk fotoğrafçıların oldukça fazla sayıda fotoğrafı batı medyasında yer aldı. Fakat bu ajanslar zaten batı merkezliler ve büyük bir medya ağının parçaları. Lokal fotoğraf ajanslarının dağıtım anlamında bu yapılarla rekabet etme şansları yok. Lokal ajanslardan dağıtıma giren fotoğraflar bu ajansların görüntülerine oranla, kendine daha az yer bulabiliyor. Türkiye’deki fotoğraf kaynaklarının dünya medyasındaki yerini belirleyen tek şey aslında dünya medyasını ilgilendirecek bir olay ya da gelişme olup olmadığı ile bağlantılı. Gezi Protestoları, Soma’da hayatını kaybeden madenciler batı basınında da çokça yer aldı. Bu tür büyük haberler bu ilgiyi zaman zaman yükseltiyor. “Normal” zamanlarda Türkiye’ye dönük özel bir ilgi olduğunu sanmıyorum. Belki Orta Doğu’daki gelişmeler ve Türkiye’nin olan biten karşısındaki konumu, önümüzdeki yakın gelecekte bu ilginin çıtasını tekrar yükseltecektir.
Gezi Protestoları, aslında kendisini sıcak haber fotoğrafçıları olarak tanımlamamış bizim gibi çoğu fotoğrafçıyı daha sıcak olayların içine çekti. Nar Photos fotoğrafçılarının çoğu sıcak gelişmelerden ve tekil haber fotoğraflarından daha çok, uzun zamana yayılmış arka plan hikâyeleri ile etkinliklerini tanımlıyorlar. Fakat son bir yılda olup bitenler herkesi sokağa daha da yaklaştırdı. Bu da bizler için, bu yoğunluktaki olaylar zincirine yakından tanık olmak ve kaydetmek açısından yeni bir deneyimdi. Biz olaylardan hemen önce “Milyonluk Manzara” adındaki kentsel dönüşüm hikâyemizi henüz tamamlamış ve sergi tasarımı ile uğraşırken olaylar patlak verdi. Çok daha uzun bir zamana yayılmış, sakince yürüyen kolektif bir foto-röportaj çalışmasının ardından son derece hararetli bir politik hareketliliğin içine girmiş olduk. Fakat Milyonluk Manzara ile bizim de kaydettiğimiz Gezi Protestoları bizim için, ortak yanları olan meselelerin farklı yansımalarıydı. Sokaktaki çalışma pratiği farklı da olsa her iki çalışmanın da bir tarafı; kent hayatının değişimi, söz hakkı, zor yolu ile yaşadığımız çevrenin belirlenmesine ve buna itiraza dönük işlerdi. Gezi Protestoları sırasında birçok gazeteci ve fotoğrafçı şirazesinden çıkmış polis şiddetinin hedefi haline geldi. Bu protestolar ve devamındaki eylemler sırasında şiddete maruz kalan gazeteci ve fotoğrafçıların sayısı oldukça fazla. Devlet aygıtı; eylemciler kadar sokakta olan biteni kaydeden, olaylara tanıklık edenleri de artık sokakta görmek istemiyor. Bunun nedeni herkesin malumu… Gezi’nin birinci yıldönümünde, gazetecilerin artık teker teker hedef seçilerek değil, gruplar halinde çalışmalarına engel olunduğunu, şiddete maruz kaldıklarını gördük. Bu aslında gazetecilerin engellenmesinden çok halkın haber alma hakkının hukuksuzca ihlal edilmesi anlamını taşıyordu.