Serbest piyasa ekonomi sistemi kapitalizmde iş bulma bir nasiptir. Çünkü kapitalizmde iş sahibi olma tam anlamıyla “arslanın ağzındaki ekmekten pay almaktır”. Bu sistemde işgücü belli bir maliyeti olan ve karşılığında getirisi olan bir “Meta” (yani serbestçe alınıp satılabilen bir mal) dır. İşgücünün bir meta oluşu onun kapitalizmin temeli olan emek-değer yasasına tabi olmasını gerektirir. “Ne kadar emek o kadar yemek” de diyebiliriz. İşgücü en asgarisinden ertesi iş gününe üretime hazır ve nazır olarak çıkabilmelidir.
Bilmem siz ne düşünürsünüz: Kapitalist sistemin diğer adının bu “Serbest Piyasa Ekonomisi” lakabı olması konuyla ilk tanıştığımda benim gözlerimi yaşartmıştı! Çünkü “serbest” sistem olumlu çağrışımları olan bir deyiştir. Ancak; en temeldeki işsiz kalabilme olayı, işinden olma olayı bir hayat-memat meselesidir. Yutulur lokma değildir. Sonuçta işi olmak bir şarttır. “Mide denen zıkkım doymalıdır en temelinde!…” Açlık ferman dinlemez! Bunun kaçarı hiç yoktur. Hayat işler, eğer sıradan bir vatandaşsanız kapitalist bir ülkede kimse kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Orada normal budur…
Ama madalyonun bir de öteki yüzü vardır: Bizim mevcut sistemimizde maddi olarak geçinememek, aksi yönde bağlayıcı koşullara tabi değilseniz ve sağlıklıysanız ayıp sayılır. “Ekmeğini kazanma” olgusunun tabii ve hatta zaruri bir edim olduğunu insan hissiyatının usta iç-gözlemcisi müzisyen John Lennon “A Working Class Hero Is Something To Be!” şarkısında çok güzel anlatır. Memleketimizde “Eli ekmek tutacak yaşa gelmeyi” bir büyüme merhalesi olarak söyleriz. Çalışmak iyidir, insanı insan yapar, insanı geliştirir. Var kılar (Bu bapta bkz. Friedrich Engels, “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü”, Doğanın Diyalektiği kitabı içinde makale, 1876). Yani emek konusu bıçak sırtında, çok hassas bir konudur!… Çeşitli memleketlerin folklorleri bu konuda övgü ve güzellemelerle dolar taşar; onaylayıcı ve güzelleyici klişe ve stereotiplerden geçilmez. Çok çok bitek bir konudur!…
Ve bütün dünya yaşanan hayattan dersler çıkarmakta, gelişmektedir: Örneğin “işsizlik sigortaları”; pek çok ülkede konut ve eğitim yardımları vs.. 6 küsur milyar insan yaşama inatla tutunmaya çabalamaktadır; her fert bir İnsan olarak…
İnsanoğlu tarihi boyunca hep topluluklar halinde yaşamıştır. Her çağda sosyo-kültürel olgu ve düzlemler ve dolayısıyla bunların anlamını vurgulayan olumlu ve zaruri klişe ve stereotipler mevcuttur. Sosyal ilişkiler ve türlü çeşit sosyallikler düşünüldüğünde klişeler ve stereotipler sosyal hayatın alfabeleri niyetine envai çeşit demetler gibidirler. Bir ferdin bir topluluk içinde yaşayabilmesi için yaşamını yönlendirecek bir kurallar manzumesi gerekir. Hukuktur, ahlaktır, töredir, silah gücüdür vs.. Sonuçta düzen lazımdır. Bu ilk başlardan itibaren dinlerde kendini gösterir. Ferdin kendine ve topluma faydalı olması şarttır. Toplum hayatı sürmelidir. Bu insanlık tarihidir ve kaçınılmaz zarurettir… Bu baplarda klişe ve stereotipler ganisiyle devreye girmiştir. (Örneğin; Hristiyanlık’ta çok zengin dinsel resimler ve heykeller gelenekleri; ve yine: ilgili folklor motifleri, vb.)
Burada her düzende bir “ödül-ceza” ikili uygulaması işler. Ve bu konuda klişelerden geçilmez: Terfi ya da hapis en bilinen örnekler… Ve kapitalizmde vidalarla somunlar birbirini tarihte hiç olmadığı gibi bulmuştur. Sistem yağ gibi işler. Modern toplumun kapısı aralanır göz açıp kapayıncaya kadar kapitalizmle beraber!…
Ve çark, bilaistisna tüm nüfus, tüm yaşlar, cinsiyetler, gruplar (eğitim, meslek, kimlik, azınlıklar, mezhepler vb.) ve diğer kategoriler için sonsuz çeşitlilikte stereotip kalıpları halinde döner de döner. Sahip olma güdüsü tüm insanları belli uğraklarda şaşırtır, öz-benliğine yabancı kılar, olgun yetişkin mumla aranmaya başlar. Baş klişe “para” olmuştur çünkü çoktan. Off off!… İşte bu bahislerin fotoğrafik görüntüleri çok dikkat çekicidir. Hayat dersleri ve hisselerle doludurlar; hazlar ve tatmin edimleri ve nesneleri ana unsurlardır. İki zıt yönlü, varlıklılık karşısında yoksulluk, klişelerden geçilmez. Hayat derslerinden boğuluruz!…
Kapitalizmde ödül-ceza sistemi çok başarılı etkinlik gösterir. Ceza denildiğinde, şirketler hukukunda iflas, müstakil fertlerde işsizlik temel fenomenlerdir ve baş unsur yoksullaşmadır. Yoksulluk kapitalizmin başı çeken egemen ve cayır cayır yanan bir klişesidir ve burada ana boya toplumun imkanlarından çeşitli nebzelerde mahrumiyettir. Kayıplardır; bu konudaki klişeler envaiçeşittir. Ve bu bahisin ayna hayali bilinen tüm sanatlarda “yoksulluk edebiyatı varyantları”nda, özellikle fotoğrafide izlenir: Pek cerbezeli bir görüntüler deryası… (Mesela bkz. Dorothea Lange, ’30 Bunalımı “FSA” Fotoğrafları ve pek çok diğerleri; bir diğer çok bilinen sanat yapıtı Charlie Chaplin’in bizde “Şarlo” diye bilinen tiplemesi. Şarlo kelimenin tam anlamıyla “Yoksulluk Güzellemesi”dir.)
Karşıtı kazanç ise baş ödüldür. Bu da başlı başına bir klişer ve stereotiptir, kazanç varlıklılık kilidinin açılmış halidir. Ve büyük ödülün kazanılmasıdır (Bkz. tüm sistemin ödülleri, müreffeh bir yaşamın fotoğrafları… Klişeler ganidir bu bahiste: bkz. Coca-Cola ürününün “vazgeçilmezliği” vb.) Yoksulluk cezası bertaraf olmuş, rahata erilmiştir. Varlık sahibi olma klişesi ömürlere bedeldir. Ömürler bu klişe için gerçeklik tartışması yapılmadan harcanır, feda edilir, adanır; tüketimlerin içi boş mu diye sorulmaz…
Ve Kapitalizm tahtırevallisinin öbür tarafındaki şirketler: Ve sonu gelmeyen hesaplar. Bilançolar, muhasebe defterleri. Maliye, banka işleri. Kapitalizmin bir çalışanı gibi, bir şirket de ayakta durmak, “batmamak zorundadır”. En tepeden en dibe, bu işler böyledir bu realitede. Kaçarı ne patronlar, ne de işçiler için yoktur bu düzende. Çarklar dönecektir ve bunun kuralları gün gibi açıktır!…
“Emek en yüce değerdir!”. Ne söylüyor bu lafız; gerçeği mi, alavere dalavereyi mi?…
Ben çözemiyorum, “bir caanım klişe, pek de oturmuş yerine!”…