Günümüzdeki ikonik fotoğrafa bakabilmemiz için öncelikle tarihsel, toplumsal ortaya çıkışını anlamamız gerekmektedir.
İkon her şeyden önce bir görsel imge demektir. İlk olarak Hristiyanlıkta, özellikle de Ortodokslukta daha çok görülür ve kullanılır. Tamamen dinsel ve simgesel bir yapıdır. Simgeseldir çünkü resim tamamen Tanrıya olan inancı temsil eden bir gösterge, bir kod sistemi olarak üretilmekte ve işlev görmektedir. Yani, en baştan itibaren bu şekilde tasarlanmakta ve üretilmektedir. İzleyici de bu amaçla tüketmektedir
1839 yılında Fotoğrafın ortaya çıkışından itibaren böyle bir kavram fotoğraf adına hemen üretilmemiştir. Çok daha sonraları, fotoğrafın üretim ve tüketiminin yaygınlaşması, görsel medya’nın fotoğrafı bolca kullanması ile bu kavram fotoğraf adına da kullanılmaya başlamıştır.
Peki; nedir İkonik Fotoğraf ? Hangi tür fotoğraflara, neden bu adı vermekteyiz? Bu fotoğrafları üretmenin belirli kuralları, yapısal ve önceden belirlenmiş tasarım kuralları ve ölçütleri var mıdır?
Herşeyden önce, hiçbir ikonik fotoğraf öncelikle ikonik fotoğraf türü olarak üretilmez, üretilemez. Bir fotoğrafın ikonik fotoğraf olabilmesi klasik bir fotoğrafın -yani doğrudan fotoğrafın- ancak tüketim bağlamlarında izleyici ile belli bir süre için buluşmasından, izlenmesinden sonra gerçekleşir.
Çünkü ikonik özellik bir fotoğrafın ontolojik (varlık bilimsel) özelliği değil aksine tamamen tarihsel, toplumsal ve kültürel bir özelliktir.
Hiçbir fotoğrafçı önceden çektiği fotoğraf’ın bir ikona dönüşüp dönüşemeyeceğini bilemez. Bilindiği gibi Klasik fotoğraf türü her şeyden önce üretilirken bir kayıt; bir var olanı, bir olayı kayıt altına almak, toplumsal bellek yaratmak vb. anlayışlar üzerinden üretilir. Bu fotoğrafların bir kod ve görsel dil sistemi olarak, dünya üzerinde bir yanıyla öznel bir yorum olduğu çok sonraları anlaşılmaya ve kabul edilmeye başlanmıştır. Gerek üretici, gerekse tüketici tarafından genelde uygulanan anlamlandırma rejimi; fotoğrafın, neredeyse görmeye eşdeğer olduğu, dolayısıyla temsil edilen nesnenin ya da olayın gerçekten olduğu, yaşandığı ön kabulü şeklinde çalışır.
İkon’a dönüşen fotoğraf artık bir simgeye, bir sembole karşılık gelecektir. Yani bir göstergeye, bir kod sistemine dönüşmüştür. Toplumsal bellekte olayın kendisinden, yerinden, tarihinden, hatta fotoğrafçısının adından çok kabul edilen simgesel anlamıyla yerini alınacak, hafızalara kazınacaktır.
Yantarafta gördüğümüz 5 Haziran 1989 tarihinde çekilen fotoğraf Pekin’deki öğrenci eylemleri sırasındaki bir görüntüdür. Bütün dünya basınında, hatta karşıt iki ideolojinin yayın organlarında yer almış, bir süre sonra da özgürlüğün, direnişin tüm dünyada simgesi haline gelmiştir.
İkinci fotoğraf ta aynı olayın başka bir görüntüsüdür. Fakat bu fotoğraf aynı işlevi görüp tüketim dolaşımda diğeri gibi uzun süre yerini alamamıştır. Çünkü iki fotoğrafa dikkatle baktığımızda tank man adını alan yoldan geçen işçi ikinci fotoğrafta sanki tanklara sadece hayretle bakan bir insanı göstermektedir. Halbuki ilk fotoğraftaki duruş tam anlamıyla bir BİREY olarak insanın DİRENİŞ’ini simgelemektedir. Bu nedenle kısa sürede bir ikona dönüşebilmiştir.
Tabi ki çok belirli özelliklerinin dışında bir fotoğrafın önceden bir ikona dönüşüp dönüşemeyeceğini bilmemiz pek mümkün değildir. Çünkü yukarıda da belirttiğim gibi bir fotoğraf izleyici karşısında dolaşıma girdikten sonra ancak bir ikon konumuna yerleştirilmektedir. Evet, onay görme, bir olayı ya da artistik bir duruşu mükemmel yakalama, farklı insanlar, farklı toplumlar için çoklu çağrışımlar yaratabilmek, duyguları tahrik edebilmek, yönlendirebilmek gibi bazı temel özelliklerden söz edebiliriz. Ama bunlar hiçbir zaman bir fotoğrafın ikona dönüşmesi için yeterli gelmeyecektir. En temel nedenlerden biri de önceden toplumsal izleyicinin fotoğraflar karşısında ne tür bir tepki vereceğini bilememektir.
Ama İKONİK FOTOĞRAF özelliği olarak tek bir kesin oluşturucu görsel öğeden söz edebiliriz. Bu da fotoğraflarda izleyicinin kendisini görmek istemesidir. Yani, İZLEYİCİ; insanın insan ile, toplum ve dünya ile iktidar sistemleri karşısındaki insanı görmek istemektedir. Kısaca bunun adına ‘İNSAN HALLERİ’ de diyebiliriz. Ancak bu fotoğraflar çeşitli bağlamlarda dolaşıma girdikten sonra bir ikon’a dönüşebilmekte ve kabul görebilmektedir. Zaten tüm ikonik fotoğraflardan görsel olarak insan figürünü çıkarttığınız anda bir uzamın anlamsızlığından başka bir şey de kalmamaktadır.
1990’lı yıllara gelince bu eski ikonik fotoğrafların sembolik anlamlarının dünyaca bir toplumsal bellek oluşturduğunu, hatta bu sembolik anlamları ile gündelik yaşam nesnelerinde kullanıldığına tanık olmaktayız (tişört baskılarından bardak baskılarına kadar).
90’lardan itibaren gelişen sayısal teknoloji ve sosyal medya ikonik olabilecek fotoğrafları bile hızla tüketmekte, adeta fotoğrafın ikonlaşmasına izin dahi vermemektedir. Halbuki, ikonik fotoğrafların en önemli özelliklerinden biri de fotoğrafın her tür toplumsal varlık karşısında bir özne gibi etki eder duruma gelmesidir. Anlamsal olarak o ikonik fotoğrafın tarihsel, toplumsal ve kültürel yanı bilinmeden sembolik anlamı ile izleyicileri hala etkilemeye, yönlendirmeye, duygusal olarak tahrik etmeye devam edebilmektedir. Görüntülerin çok farklı medya araçları ile hızla tüketime sokulması ve anında yarattığı duygusal ilişki ile hızla unutulmakta, ikona dönüşmesine akılsal, anlamsal, sorgulama boyutlarında fırsat bile kalmamaktadır. Bu nedenle de yakın dönemlerde pek az fotoğraf ikonik bir konuma dönüşebilmekte, toplumsal belleği sembolik anlamda oluşturamamaktadır.
Tabi ki toplumsal olaylara yönelik ikonik oluşumlara karşın bir de toplumca, dünyaca tanınmış meşhur bireylerin (artistler, oyuncular, siyasi liderler, bilim insanları vb.) bazı fotoğrafları ikonlaşabilmektedir. Bunlarda gündelik tüketim nesnelerine malzeme olabilmektedir. Hatta bazı ikonik görüntüler bazı sanatçılara hizmet etmektedir (özellikle de pop sanatında bu görüntüler bolca kullanılmış ve kullanılmaya devam edilmektedir).
Kontrast Sayı 49, Ekim-Kasım-Aralık 2015