“Hak haberciliği ve barış gazeteciliği” mevzusu, fotoğraf gibi, varlık nedeni tanıklık üretmek olan bir iletişim ortamının doğrudan ilgi alanına giriyor. Fotoğraf bir taraftan ne niyetine kullanırsan ona hizmet eden kolektif bir eğlence aracı ama öte yandan haber ve medya denince ilk akla gelen medyumlardan biri.
Fotoğrafların enformasyon maksatlı kullanımı oldukça eski tarihe dayanıyor. Avrupa ve Amerika’da kameralar sokağa çıktıktan hemen sonra uzak coğrafyalardan bilgi toplamak için kullanıldı. İlk başlarda temiz amaçlarla insanlığın hayrına hizmet edermiş gibi görünen fotoğrafçılık, sömürgeci ve işgalci maksatların hizmetine koyulmakta gecikmedi. Adalet, barış, hak getire tabi…
Fotografi denince oldum olası “hakikat sözcülüğü” akla geliyor. Dün öyleydi, hala böyle. Haber ve belgesel fotoğrafçılığının zaafları üstüne kafa yoranlar da, bu alanda eylediği halde yeterince kafa yormayanlar da meseleyi bu zemine basıyorlar hala. Birbirine ters düşünseler de hareket noktaları bu ön kabul. Hâlbuki o fazdan geçtik. Fotoğrafın doğası, gerçeğin sözcülüğünü kendiliğinden yapabilecek bir yapıya sahip olmadığı gibi, yeryüzünde saf hakikat sözcülüğü yapabilecek ne bir canlı, ne de bir alet mevcut. Bunu geçelim. Geçer geçmez karşımıza çıkan ilk soruya bakalım:
Fotoğraflarla hak haberciliği ve barış gazeteciliği yapmanın imkânları ve kriterleri nelerdir?
“Barış Gazeteciliği” kavramını ilk kullanan Prof. Johan Galtung, “gazeteciliğin içine barış katmanın” yollarını ararken dört odaktan söz ediyor: “Barış odaklı, gerçek odaklı, hak odaklı, çözüm odaklı bir habercilik yapmak…” Genel çerçevesiyle konuya böyle yaklaşan Galtung’un bu dört kriteri Annabel McGoldrick ve Jake Lynch tarafından barış gazeteciliği eğitimlerinde ayrıntılarıyla işleniyor. Öncelikle işi habercilik olan fotoğrafçıların esas alması gereken bu meslekî ve etik duruş, fotoğrafçının dünyaya hangi pencereden baktığıyla yakından ilişkili.
Bizim gibi haberi ya batılı kaynaklardan ya iktidar bağlantılı odaklardan ya da sermaye bağımlı ana akım medyadan almaya mahkûm toplumlarda, foto muhabirlerinin işlerinde barış ve hak haberciliği kavramı gündemde bile değil. Az sayıda foto muhabiri bu kavramın içeriğinden haberdar ve derinlemesine bilgi sahibi. Gel gör ki ne mesleki gündemde ne de günlük haber trafiği içinde barış ve hak haberciliğinin bir yeri var. Alternatif ve bağımsız medya ise meseleyi ilkesel bazda dikkate alsa bile etkili bir şekilde gündemine taşıyarak yaygın biçimde görünür kılamıyor.
Öte yandan fotoğrafçılığı profesyonel ilişkiler içinde yapmayan ancak toplumsal olaylara hak ve barış mevzularına yakından ilgi duyan geniş bir fotoğrafçı grubu için durum biraz daha farklı.
Bu fasla geçmeden önce söze biraz geriden başlamakta fayda var. Foto muhabirliği sadece çekilen fotoğrafın türüyle, haber vasıflarıyla, fotoğrafçının niyetiyle tamamlanabilecek bir alan değil. Haber fotoğrafının en hasını çekmek yetmiyor. Bir fotoğrafın “haber” olabilmesi için öncelikle bir “medya” zincirine dâhil olması gerek. Burada “medya”dan kasıt kavramın düz anlamıyla “iletişim ortamı” mahiyetinde kullanıldı. Fotoğrafın sunulduğu her alan sergi, gösteri, sosyal medya vs. elbette bir iletişim ortamıdır, ancak bu ortama sunulan fotoğrafın haber olabilmesi için gerekli unsurlardan başlıcası da “zaman”dır. Fotoğrafa konu olan olayın gerçekleşme anı ile izleyiciye ulaştığı an arasında geçen zaman bir fotoğrafın haber olabilmesi için temel unsurlardan biri. Haberi haber kılan bu unsur, belki geçen yüzyılda günler hesabıyla ölçülüyordu ama çoktandır saatler esas alınıyor, hatta dakikalar, saniyeler söz konusu. Yani bir haber fotoğrafı çekilmişse en doğru biçimde ve en tez vakitte izleyicinin önüne gelmeli ki haber olabilsin.
Bu temel ilkeyi hatırlatıyorum, çünkü görün-tüleriyle toplumsal süreçlere müdahale etme niyeti taşıyan gönüllü fotoğrafçılar özellikle bu unsuru ihmal ederek çalışıyorlar. Sonuçta haber fotoğrafçısı gibi olayları yakından izleyen, gerilimli ortamlarda risk alarak fotoğraf çekmeye çalışan, basın açıklamalarında en ön saflarda yer alan fotoğrafçıların sayısı hiç de az değil. Az olmasın zaten. Bu ilgi ve emek son derece değerli. Toplumsal olayları sadece medya mensubu fotoğrafçılar haber yapabilir demiyorum. Demiyorum ama bir olayı haber fotoğrafı olarak ele alan fotoğrafçılar aynı zamanda bir iletişim kanalına da sahip olmalılar. Çektiklerini arşivlerinde değerlendirmekle yetinmemeli, bir araya gelmeli, kendi medyalarını en güvenilir görsel haberler verecek biçimde oluşturmalılar. Olaylardan çektikleri fotoğraflar, ancak bu sayede haber olabilmek için gerekli unsurları tamamlayabilir. Bu noktadan itibaren de haberin inşa süreçlerini tartışır, etiğini ve içeriğini değerlendirilebiliriz, barış ve hak haberciliği vasıflarını gündeme getiririz.
Haber fotoğrafı çeken her kim olursa olsun, ama mutlaka bir medyası bulunsun. Bu medya ister ana akım, ister alternatif, ister bağımsız olsun ama mutlaka olsun. “Ben toplumsal olayların, durumların fotoğrafını çeker arşivime koyar, portfolyomda değerlendirir, bir ara gösteri yapar, sergi açar, kitap yayınlarım” şeklindeki yaklaşımlar pek isabetli olmamakla birlikte kimi zaman sakıncalı durumlar da ortaya çıkarabiliyor.
Asıl söylemek istediğim mevzuya geldim sanırım. Toplumsal olaylarda foto muhabiri gibi davranarak özellikle gerilimli durumlarda aktif çalışmak kuşkusuz heyecan vericidir. Macera, hareket, gerilim, özellikle toplumcu dünya görüşüne sahip fotoğrafçıyı cezbeder. Üst sınırı kestirilebilen şiddet ortamlarında fotoğraf çekmek, bünyeye adrenalin pompasıyla birlikte çarpıcı deneyimler yaşatır. Aynı zamanda toplumsal sorumluluklarını yerine getirme hissi yaratır. Dezavantajlı grupların yaşam alanlarına fotoğraf aracılığıyla dâhil olmak da pek farklı değildir. Dezavantajlı gelir gruplarından insanların sosyal ve ekonomik faaliyetlerini fotoğraflamak, kişide toplumsal görevini yaptığı hissi uyandırır; hak fotoğrafçılığı, barış haberciliği yaptığı, adalete, özgürlüğe hizmet ederek sorumluklarını yerine getirdiği izlenimi verir. Ancak bu bir yanılsamadır.
Ezilenlerin, yoksulların fotoğraflarını çekerek, marjdaki hayatlardan fotografik tanıklıklar üreterek, eylemler, mitingler, direnişler, işgaller fotoğraflayarak yapılan işin adına “hak ve barış fotoğrafçılığı” diyemeyiz. Bir sosyal duruma tanıklık etmek, enformasyon mahiyetinde fotoğraflar çekmek, eğer ki bu fotoğraflar haber vasfı taşıyamıyorsa, haberin temel unsuru olan okuyucuya/izleyiciye en kısa sürede ulaşamıyorsa nafiledir.
Hak ve barış fotoğrafçılığı eksenindeki davranış biçimi, bu nedenledir ki haber fotoğrafçısının tavrından, tutumundan, işleyişinden ve beklentilerinden farklı olmalı. Olayları sadece göstermekle yetinen foto muhabirliği tarzı yerine, olayların ortaya çıkışındaki nedenleri araştırıp anlamaya çalışan hikâyeler çekilmeli. Fotoğrafçı, sokağa yansıyarak görünür hale gelmiş sonuçları değil, o sonuçları yaratan nedenleri, toplumsal meseleleri göstermek için çalışmalı. Bu fotoğraflama tarzıyla birlikte üretilen hikâyeler bize hak ihlallerini derinlemesine anlatabilir, barışa olan ihtiyacımızı yaşanmışlıklar üstünden hikâye edebilir. Tanımlayıcı belgesel, sosyal belgesel, toplumcu belgesel ya da ne diyeceksek adına sorumluluk hissederek objektifini toplumsala çeviren fotoğrafçılar, “hak ve barış fotoğrafçılığı” meselesini, sokaktaki sonuçları değil onların arkasında yatan toplumsal nedenleri gösterecek fotoğraflama tarzının içinde tartışmaya başlayabiliriz diye düşünüyorum.
Kontrast Sayı 49, Ekim-Kasım-Aralık 2015