FOTOĞRAFTA POPÜLİZM OLGUSU
Ya da biz popüler olmak için neler yapmadık ki…
Öncelikle, fotoğrafın günümüzde geldiği noktaya ve insanların ellerindeki fotoğraf makinelerine bakarak, epidemi noktasına gelen fotoğrafçılığı yeniden sorgulamamız ve kategorize etmemiz gerekiyor. Neden insanlar kendilerini adeta yeryüzünün bütün görüntülerini tüketmeye yeminli bir ruh hâli içinde fotoğraf çekmeye adadılar? Futbol tutkusu acaba yerini 21.yüzyılda fotoğrafçılığa mı bırakıyor? Ama futbol oynayanların sayısı, fotoğraf çekenlere göre daha az. Oysa asıl sorun, fotoğraf izleyicilerinin (dergi-kitap okuyan, sergilere giden) fotoğraf çekenlerden daha az olması. Yalnızca ülkemizde değil, tüm dünyada yaşanan ikinci büyük fotoğraf patlamasının sebebi nedir? Kapitalist bir dünyanın içinde kendini yalnız hisseden bir insanın “Beni görün / beni sevin!” isteği olabilir mi acaba?
Yalnızca günlük yaşamın değil, sanatsal üretim ve tüketimin koşulları da dünyanın akışına paralel olarak, bir popülizm girdabında şekillenip durur. Cinsine karar verememiş, yaşamı sıradan trajedilerle dolu ucuz şarkıcıların basit parçaları; içinde yer alan olaylar başlarına gelmesin diye “nazarlık” niyetine heyecanla izlenen “yerli” diziler; tanıdığının kanalında kaderinin hiç bilinmemek olduğuna inananlara verilen içini dökme fırsatları; başarısız psikolojik danışmanların keyfe keder yorumları; tıp fakültelerinin, öğrencilikleri sıkılarak geçmiş olan “Ben yarı-Tanrıyım” doktorlarının bulguları; çocukken futbol maçlarına alınmayan, “atılmış golün davası olmaz” sunucuların spor dedikoduları; muhtar bile olamayacak kapasiteye sahip, hayatı dışarıdan borçlu bitirmiş siyasetçilerin lego ile oynar gibi memleketi parmaklamaları; hayatlarında hiç gururları okşanmamış, silik totemlere mürit dahi olamayacakken şansa mürşit olmuşların kestikleri ahkâmları; kendilerine borçla estetik ameliyat yaptıranların gerilmiş yüzlerindeki sahte ifadeleri; kağnıya binmeden ahlâka bile dört çeken arazi arabalarıyla sonradan görmelerin attığı havaları; popüler olmadan popülist olanların önlenemez kaderiyle eşlenebilir mi?
İnternet sahtekârlarının cirit attığı sanal âlemde, dünyadaki kerizleri zıpkınlamak için düşen bir uçakta ölenlerin banka hesabından para çekebilmek adına Müslüman isimleriyle gönderilmiş genellikle Rus interet mafyasının mailleri hergün posta kutumuzu dolduruyor. Ne göğsünü, ne de penisini büyütmek istemeyen, kazandığı söylenen hiçbir ikramiyeyi kabul etmeyen bir sürü kişi, her gece yatmadan internetin varlığına ve hayatına kattığı kaliteye dua etmeden önce, kutusundaki spam mailleri küfrederek silmek durumunda. Geride kalanlar ise zokayı yutmuş, sanal dünyanın kendilerine verdiği nimetlerle oyalanan ve yuvarladığı malûm böceğinkine benzeyen hayatlarını tatlı bir sarhoşluk içinde geçirerek dünyadaki günlerini tamamlamaya çalışıyorlar. Sanatçılar ve sanatseverlerin bir kısmı bu grubun içinde yer almaktan memnun. Sahtekârlıklarını maskeleyen ünleriyle mutlu bir yaşam sürüyorlar. Buna bazen fotoğrafı alet ediyorlar; boyunlarında fotoğraf makineleri olan portreleriyle biliniyorlar.
Her şey popüler olmak, her şey tanınmak, her şey egoların bir biçimde okşanması için yapılıyor. Popüler olmak -en sonunda- iktidar olmak, sistemin çarkına kapılmak, medyaya ve kendilerini pohpohlayacak bir kitleye muhtaç olmak anlamına geliyor. Yarına kalmak, bugün olmaktan çok daha önemlidir. Ama neden resim, masa tenisi, müzik değil de, fotoğraf üzerinden bu dışa vurum? Fotoğrafta negatifin ortadan kalkmasıyla mertlik bozulmuştur. İçlerinde özellikle Walter Benjamin’in de bulunduğu birçok yazar, kuramlarını hep bu mantık üzerinden kurmuşlardı. Yani fotoğrafın açık tarihi yeniden yazılmak zorundadır…
Günümüzde yapılan sanat, Türkiye’de de popülizmden nasibini fazlasıyla almıştır. Teknik olanakların fazlaca kullanılması sonucunda, başat biçim, içeriği ezmektedir.
Bu arada, fotoğrafın ağababaları, dijital mafyaları ve internet Zeusları, oturdukları yerden fotoğraf trafiğini yönetmeye çalışıyorlar. Bu da ayrı bir mesele…
İthal ama evrensel ol(a)mayan bir anlayış, fotoğrafçıların çoğunu esir etmiştir. Bugün fotoğraf yarışmalarına gönderilen fotoğraflarda dikkatimizi en fazla çeken şey de konusu ne olursa olsun, fotoğrafların aşırı cilalanmış olmasıdır. Üzerinde en çok uygulama yapılmış ve en çok dikkat çeken görüntü, en değerli yapıt olarak değerlendirilmektedir. İlk bakışta teknik olarak göze çarpan -hatta 20 yıl önce görmeyi arzu ettiğimiz bu özellik- bugün uygulamadaki doz yüksekliğinden dolayı çoğu kez fotoğrafları itici bir hâle getirmektedir.
Bekleyip göreceğiz; kim popüler olacak, kim yarına kalacak?
Merih AKOĞUL
Kontrast Sayı 21, Ocak-Şubat 2011