Herşey kendi olduğu şekliyle güzeldir ve birşeyi kendi olduğu halinden bozmak gerekiyorsa, o halde, yeni hali eskisinden de güzel olsa daha iyi olur.
Mimari ve fotoğrafı yanyana düşünmek neden? Neden düşünülmesin ki? Herşey ne ise, yapı da o, peysaj da… Fotoğraf belli bir bakışı sabitlemenin, bir görüş açısını başkalarıyla paylaşmanın bir yolu. Nasıl ki herşeyde bir güzellik aranıyor, yapı fotoğrafında da peşinde olunan aynı şey. Ama yakın zamanlara dek yapı fotoğrafları daha belirgin amaçlar için çekiliyordu.
Herhangi bir fotoğraf çeken, “mimari fotoğraf” denen fotoğraftan çeker mi? Çeker elbette ki, bir yapıyı kendince güzel gördüğü ve herkese güzel görünecek bir şekilde çektiği zaman çekmiş olur.
Fotoğraf çeken ve fotoğraf hakkında yazan arkadaşım Nazif Topçuoğlu’na sorduğumda “mimari fotoğraf ne ki” diye “Ee, işte dik olacak, başka ne ki” demişti. Peki neden dik durmalı yapılar? Biz yapılara baktığımızda dik olarak görmüyoruz ki, yakından bakarsak bir perspektifle ve uzaktan bakarsak ancak, arza dik olarak görüyoruz.
Fotoğrafın ne amaçla çekildiğine bağlı olarak değişiyor, bir mimar için mi, bir müteahhit veya bir reklamcı için mi? Ya da bir akademisyen için mi?
Mimarlık eğitiminde kullanılacak bir fotoğraf, yapının tüm detaylarını, aynı bir konstrüksiyon dersindeki gibi 1/1 ölçekten 1/5000’e dek göstermeli ve tasarım dersindeki amaca uygun olarak da mekânların ve cephelerin ve yapı parçalarının ilişkilerinin anlamlarını yansıtmalı.
Dijital makinelerle birlikte herşey kolaylaştı, “facebook”ta Sistine Chapel’in bir fotoğrafını gördüm, fotoğrafı açınca -çok şaşırtıcıydı- imleçle yapının tüm iç mekanını yerden tavana dolaşabiliyor ve her yere istediğiniz kadar “zoom” yapabiliyordunuz. Bir mimarlık tarihçisi, akademisyen daha ne ister ki? Mimar ve akademisyen ilk önce yapıyı olduğu gibi görmek ister, yapıyı adım adım oluşturan ve anlatan onlardır; ama son olarak da, olağan olandan farklı duran fotoğrafları görmek ister.
Müteahhit veya reklamcı ise, en çarpıcı fotoğraflarla birlikte en anlatımcı fotoğrafları görmek ister. En çarpıcı fotoğraf güncel olanın bir adım ötesidir.
Bir zamanlar geniş açı 35 mm ile sınırlıyken; 20 mm, 17 mm ve daha sonra da “fullframe” 17 mm objektif bu sorunun cevabı oluyordu. Yapıyı 17 mm ile gören işveren bundan etkileniyordu, zaten fotoğrafçılık insanları şaşırtmaktan ibaret değil miydi? Şaşırtıcı olan, farklı olandır; ama abartmadan. Bir zamanlar balıkgözü fotoğraflar da çekildi, ama bunlar mimari olarak birşey anlatmıyordu. Keza şimdilerde eline çok geniş açıları geçirenler 11 mm’de çekiyorlar, aslında onlar da birşey anlatmıyor, şaşırtmaktan başka bir şey yapmıyorlar ve bir zaman sonra sıkıcı oluyorlar. Bence yapıyı çok deforme etmeden en geniş gösteren 17 mm “fullframe”dir. Peki ama ondan sonra sıkıcı olmamak için ne yapmalı?
Başa dönecek olursak, bir yapıyı yere dik olarak görmek nerden çıktı? Sanırım işin başındaki insan, yani, mimarın getirdiği bir şey bu. Çünkü mimar T cetveli ile çalıştı ve yapılar yerçekimine uygun olarak yere dik yapıldı ve mimar da yapısını öyle görmek istedi. Eğer bu form bozulacaksa da başta yazdığım gibi ancak daha iyi bir görüntü için bozulmalıydı. Fotoğraf ya da güzel sanatlar okullarında okutulanlar sağlanmalıydı; ışık, kompozisyon, denge, perspektif, vs. ve iyi bir sonuç için fotoğrafı çeken, ne amaçla çalıştığını çok iyi anlamalıydı. İyi fotoğrafın başarısı bu amacı doğru anlamaya bağlı çünkü. İyi iş ortaklaşa bir çalışmanın ürünü olabilir..Artık fotoğrafçı tek başına eline makinesini alıp şahane görüntü avlayan biri değil; birçok fotoğraf çeken, şahane fotoğraf çekiyor.
Farklı olmak, şaşırtıcı olarak etkilemek, beğenilmek, sanatçı için de piyasa için de gereken bu. Mimar, yapısını T cetveliyle çizerek farklı olabileceğini düşünmediği zaman veya belki de dik açılara isyan ettiği için, bu kez Gaudi veya Hundertwasser gibi eğrilere başvuruyor, “tabiatta zaten hiçbir şey düz değil ki” diyor, fotoğrafçı da buna uyumlu olmalı. Eğri bir yapıyı düzgün çekemezsiniz, eğri bir yapıda sonsuz farklı fotoğraf bulursunuz. Cetvelle çizilmiş ama çok sayıda mekânla zenginleştirilmiş bir yapı karşımıza çıkıyor. Biz kafamızın seviyesinden yukarı, yapıya doğru baktığımızda bir perspektifle görüyoruz; bu, doğru olan, herkesin gördüğü. Çünkü caddeler var, binalar caddelerin yanında, ve biz de yakından bakıyoruz. Mimarın çizdiği gibi cephe görmek için, uzaklara gitmek gerek; ama mimar, yakından bakılmış bir fotoğrafta, “shift” objektifle veya çok geniş açıyla çekerken, objektif yere paralel tutularak binanın başı yerden kaldırıldığında mutlu oluyor. Tepeye doğru perspektifle incelmiş yapısı ayağa kalkıyor, kafası büyüyor, bu mimarın hoşuna gidiyor. Müteahhit pek bununla ilgilenmiyor. O yapının her yerini görmek istiyor. Reklamcı da hem onu, hem diğerini istiyor, çünkü diğeri farklı, etkileyici, vs.
Mimarlık, mimarın tek başına “ben böyle istiyorum!” demesinden uzaklaştığı, yapımcı ve kullanıcı ile ortaklaştığı oranda, fotoğraflar da mimarın dilinden olmaktan çıkacaktır. Türkiye’nin sıradanlaşması bunun bir örneğidir. TV yayınları ve medya gibi fotoğraflar da herkesin gözünden olmaya dönüşecektir. Modaya uyacaktır; bu, belki de en doğru sözdür.
Son olarak da, kendisi için mimari fotoğraf çekenler vardır. Nasıl ki tabiata bakan fotoğrafçılar sonsuz fotoğraf görürler, kendisi için mimari fotoğraf çekenler için de durum öyledir. Hiçbir sınırlamaları yoktur ve kendi konseptlerini kendileri bulurlar. 300-500 mm bir objektifle veya 17 mm ile kent dokuları çekmek, veya yapıların detaylarında sonsuz fotoğraflar arayıp bulmak onların keyfine kalmıştır. Bir kere, fotoğrafçının sahip olduğu inanılmaz bir şey vardır; o da dünyaya bire birbuçuk çerçeveden bakmak. Bu, sadece bir dikdörtgen değildir. Bu, dünyaya bakarken, her bakışta yeni bir kapsam tayin etmektir ve kapsamın içini de bir bağlam ile doldurmak zaten hem çok keyiflidir hem de sonsuzdur. Fotoğraf çekmeye alıştıkça ve insanın kendi bilgileriyle de birleştikçe bu dünya zenginleşir, derinleşir.
25 yıl yapı fotoğrafı çektim ve bu sorunun cevabını hiç düşünmedim, çekerken çekerken kendi kendine oldu. Bir yapıyı çekerken, objektifi yere paralel hale getirince, binanın tepesi de doğrulup, eğildiği yerden kalkıyordu ve bu çok güzel geldi, çünkü etkileyiciydi, ama niye? Acaba öğrenciyken hep bakılan dergilerin etkisi mi vardı? Bu tabii ki eskide kalmış birşey artık, mimari fotoğraf artık yapıları arza dik olarak çekmek değil; çünkü medya değişti, insanlar değişti. Ortaklaşan çalışmalar, her fotoğrafı bir şekilde birşeylere dönüştürecek hale geldi. Bir fotoğraf karesi grafikerin, sanat danışmanının,müteahhitin veya her kimse onların ortak çalışmasıyla, ancak nihai üründe kendisine bir yer bulabiliyor. Sadece bir fotoğraf makinesi olan arkadaşımın, New York’ta çektiği fotoğraflar, bunu, belki de herşeyden daha net bir şekilde gözler önüne seriyor.
Melih UÇAR
Kontrast Sayı 28, Mart-Nisan 2012