Bora ÇEKİÇ | Sinemada Festival Kültürü (27. Sayı)

Sinema sektörü, özellikle 19. yy içinde yaşanan kültürel ve teknolojik gelişimlerden fazlasıyla etkilenerek, hatırı sayılır bir izleyici kitlesine sahip olmuş, bu durum zaman içinde belli bir düzeye kadar gelmiştir. Konuya bu bağlamda bakacak olursak, şu tespitte bulunmamız yanlış olmayacaktır; Amerikan sineması olarak nitelendirdiğimiz Hollywood stüdyo filmleri, bu teknolojik gelişimleri maksimum düzeyde kullanmıştır. Bu sayede, küreselleşmenin de getirdiği etkiyle, başta Amerika ve Avrupa kıtası olmak üzere, hegemonyasını arttırıp sinemada bir tekelleşme yaratmaya doğru ilerlemektedir. Her ne kadar henüz Avrupa sinema sektörüne tam anlamıyla hâkim olamasa da, bu bölgede bir yıl içinde gösterime giren film sayısını giderek arttırmaktadır. Bu durumun getirdiği bazı alışkanlıklar sinema kültürü içinde iyiden iyiye yer etmeye ve kabul görmeye başlamıştır. Bunlar arasında sayabileceğimiz en önemli faktörlerden biri ise, sinema ödül törenleridir. Klasik Amerikan sinemasının bir ürünü olarak kabul edebileceğimiz, ilki 1929 yılında Los Angeles’te Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi tarafından verilen Oscar ödülleri töreni günümüzde, canlı yayınla aynı anda birçok kıtada milyarlarca kişiye ulaşmaktadır. Bu yolu takip eden ve bu yapıya bir bakıma uymak zorunda bırakılan ülke sinemaları, yavaş yavaş kendi ödül törenlerini ya da film festivallerini düzenlemeye başlamışlardır. Bunu yaparken, özellikle Avrupa sineması kendine farklı bir yol çizmiştir. Fransa’nın Cannes şehrinde, ilki 1946 yılında düzenlenen Cannes Uluslararası Film Festivali en önemli festivallerden biridir. Bunun yanı sıra, İtalya’da Venedik Uluslararası Film Festivali ve Almanya’da Berlin Uluslararası Film Festivali de Avrupa sinemasının önde gelen etkinliklerindendir. Bu festivallerde çoğunlukla Avrupa çıkışlı filmler yer almakta, kimi zaman Amerikan bağımsız sinemasından da örneklere yer verilmektedir. Ancak, klasik Hollywood stüdyo filmlerini görmeniz olanaksızdır. Dolayısıyla, Avrupa sinema sektörü bir şekilde, kurduğu bu yapı ile Amerikan sinemasına karşı bir duruş da sergilemektedir.

Ülkemizdeki duruma bakacak olursak, irili ufaklı, ulusal ya da uluslararası birçok festival ve yarışma ile karşılaşabiliriz. Bunların arasında en bilineni ise; Antalya Altın Portakal Film Festivali’dir. İstanbul ve Ankara Uluslararası Film Festivallerini de ayrı bir yere koymamız gerekmektedir. Bu üç organizasyonun başını çektiği etkinlikler, Türk sineması ve onun yurt dışına tanıtımında önemli rol oynamaktadır. Bunun yanı sıra, özellikle genç sinemacılara yönelik, çoğunlukla onları teşvik etme amacıyla yapılan kısa film festivalleri ve yarışmaları da ayrı bir kategoride değerlendirilebilir. Bu etkinlikler elbette ülke sinemamız için önemlidir; ancak bir noktadan sonra rahatlıkla gözlemlenebilecek, çeşitli nedenlerden dolayı zarar vermeye de başlamışlardır.

Sanatın, maddi karşılığı olan farklı ödüller ile değerlendirilmesi konusu, her zaman tartışmaya açık olmuştur. Ortaya çıkarılan sanat eserlerinin, farklı kesimlerden gelen bir kısım kişiler tarafından değerlendirilip, karşılığında ödüle layık görülmesi ya da görülmemesi üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. “Yedinci Sanat” olarak nitelendirdiğimiz sinema, son derece göreceli kavramlar üzerine inşa edilmiş, kişiden kişiye göre değişen fikirler barındıran ve fazlasıyla estetik yaklaşım içeren bir dal olduğundan, bu tarz yarışmalar ya da festivaller sonucunda ödüle layık görülen filmler, eninde sonunda mutlaka zıt kutuplar oluşturacaklardır. Kimileri, ödül alan filmi çok beğendiğini ve sonuna kadar yapılan değerlendirmenin arkasında olduğunu söyleyecek, kimileri ise, ortaya karşı bir iddia atarak, filmin aslında kesinlikle böyle bir ödülle taçlandırılmaması gerektiğini savunacaktır. Konu hakkında bu bakış açısını esas alarak bir değerIendirme yapıldığı zaman, karşımıza özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan sinema sektörüne ait bölgelerde kaçınılması gereken sonuçların onaya çıktığı görülebilir. Düzenlenen festival ya da yarışmalarda oluşturulan jürilerin ne denli adil ya da konuya ne denli hâkim oldukları sürekli tartışılmaktadır. Ülkemizde, özellikle son 2-3 yıl içinde, sinema alanında düzenlenen bu tarz etkinliklerin hemen hepsinin sonucu tartışmaya açılmış ve verilen ödüller türlü eleştirilere maruz kalmıştır. Bu sene 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali 8-14 Ekim tarihleri arasında düzenlenmiştir. Ödüllerin sahiplerini bulduğu gecenin ardından, hemen her dalda verilen ödüller hakkında tartışmalar boy göstermiştir. Bu, elbette olağan bir durumdur. Nedeni ise, daha önce belirttiğim gibi, sinemanın son derece göreceli kavramlar barındıran ve kişiden kişiye değişiklik gösteren, ciddi estetiksel yaklaşımlar içeren bir dal olmasıdır. Aynı zamanda, henüz sektörel bir kimlik kazanmamış, büyük bölümü tek tip film içeren ülke sinemalarında yapılan bu tip değerlendirmeler tartışmaya daima açık olacaktır.

Bu noktada yapılması gereken nedir? Festivaller, ülke sinemasının gelişimi ve yurtdışında tanınabilmesi için oldukça önemli etkinliklerdir. Festival izleyicileri, günlük sinema izleyicilerinden daha farklıdır. Dolayısıyla, beklentiler çok daha fazla ve farklı yönlerdedir. Bilinçli sinema takipçileri, mutlaka güzel organize edilmiş, hem yurt içinden hem de yurt dışından nitelikli film ve konuklar ağırlayan festivallere katılır. Bu vesileyle düzenlenecek olan festival ve yarışmalar sayesinde, ülke sinemasına katkı yapılmış olur, ancak sonunda herhangi bir değerlendirme yapılmayıp katılan filmlerin hepsine mansiyon mahiyetinde ufak ödüller verilmesi daha cazip olabilir. Böylelikle, etkinliklerin sadece olumlu yönleri ön plana çıkarken, ülke sinemasına daha doğru hizmet edilmiş olur.

Bora ÇEKİÇ

Kontrast Sayı 27, Ocak-Şubat 2012

Bizi paylaşın..