Fotoğraf Eğitiminin Fotoğrafından Bir Kesit
Ülkemizde, üniversitelerimize fotoğraf eğitimi özellikle yakın geçmiş zamanlarda girmiş ve yaygınlaşmış bir konudur. Aynı zamanda fotoğraf eğitiminin, değişik kurumsal yapıların içinde gittikçe artan oranda verildiğini ve profesyonel bir eğitim alanı haline geldiğini görmekteyiz.
Üniversitede fotoğraf eğitimi denildiğinde de nitelikleri farklı görünümler karşımıza çıkar. Bu anlamda ülkemizde yükseköğrenimde fotoğraf eğitimi, sistemin ve sektörün ihtiyaç duyacağı ara elemanların yetiştirilmesi amacıyla 2 yıllık ön lisans programları ile fotoğraf sanatının eğitimi ise 4 yıllık lisans programlarıyla yapılmaktadır. Bunlara ek olarak üniversitelerimizde yüksek lisans ve doktora düzeyinde de programlar açılmıştır.
Günümüzde fotoğraf eğitimi, üniversitelerin dışında Milli Eğitim Bakanlığının ilgili programlarında verildiği gibi dernekler, kulüpler, belediyeler, halk eğitim merkezleri, özel atölyeler ve benzeri kurum ve kuruluşlar aracılığıyla da verilmektedir. Yukarıda saydığımız yapıların hepsi fotoğraf eğitiminde nitelik farklılıklarıyla birbirlerinden ayrışırlar. Fotoğraf eğitim ailesinin bu görünümünü toptancı bir anlayışla tek bir başlıkta analiz etmek doğru bir yaklaşım şekli olmayacağından içinde bulunduğum ortam ve kurumdan hareketle yükseköğrenimde ve özerk niteliği sebebiyle güzel sanatlar fakültelerinde fotoğraf eğitimini değerlendirmeye çalışacağım. Dolayısıyla diğer yapılardaki fotoğraf eğitiminin fotoğrafı bu yazının konusu değildir, bir eksiklik olarak algılanmamalıdır.
Üniversitelerde fotoğraf eğitiminin, güzel sanatların bir dalı olarak lisans ve lisansüstü seviyede özerkleşmesinin tarihi yenidir. Bununla beraber bölüm düzeyinde olmasa da farklı programların çatısı altında fotoğraf eğitiminin, akademik hayatın içine daha eski tarihlerde girdiğini biliyoruz. Kısaca bakıldığında, Seyit Ali Ak, Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Fotoğrafı isimli kitabında, Ankara’da Gazi Terbiye Enstitüsü Grafik Bölümünde, 1932 yılında, Şinasi Barutçu tarafından fotoğrafın farklı bir disiplininin programı içinde ders düzeyinde konulduğunu ve kendisi tarafından dersin verildiğini belirtmektedir. Ayrıca 6. Afsad Fotoğraf Sempozyumu 2. Paneli’nin konusu da fotoğraf eğitimiyle ilgiliydi. Panel sırasında Işık Özdal, İstanbul Üniversitesi ve Mimar Sinan Üniversitesinin Resim Eğitimi programlarında fotoğraf derslerinin 1933 yıllarında verildiği bilgisini vermiştir. Bu örneklerden anlaşılacağı üzere fotoğraf, üniversitelerimizde eğitimin içine Cumhuriyetimizin ilk yıllarında girmiştir. Ancak bir ana sanat dalı olarak yükseköğretimin içinde yer alması için 1980’li yılları beklemek gerekecektir. Bu gecikmenin sebebini, yükseköğretimi programlama işini bu yıllarda yapanların ciddi bir hatası olarak söylemeliyiz. Çünkü gittikçe görselleşen bir dünyada, gerçekliğin görselliğini en doğrudan veren bir ifade aracı olan fotoğrafı, akademik seviyede yeterince değerlendirmemek, en azından, bir vizyon eksikliği olarak kabul edilmelidir. Bu sebepledir ki ülkemizde görsel kültürün ve düşüncenin zenginleşmesini sağlayabilecek kurumsallaşmalardan biri, ilgili yıllar itibarı ile ertelenmiştir.
Yükseköğrenim içinde fotoğraf eğitiminin özerkleştiği tarihçeye birkaç örnekle kısaca baktığımızda İstanbul’da günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi bünyesinde yer alan Fotoğraf Bölümünün kuruluşunun 1978 yılı olduğu görülür. Bölüm, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi bünyesinde kurulmuş olan Fotoğraf Enstitüsü ile akademik hayatla buluşmuştur. Bir başka örnek, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümüdür. 1983 yılından itibaren Sinema-TV-Fotoğraf Ana Sanat Dalı içinde eğitim vermekte olan Fotoğraf Bölümü, 1993 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi bünyesinde özerkleşmiştir.
Bu kısa bilgiden sonra öncelikle değerlendirilmesi gereken, fotoğraf eğitiminin bileşenlerinin saptanması ve durumlarının analiz edilmesi olmalıdır. Yaşanılan süreçler göstermektedir ki fotoğraf eğitiminde teknoloji ve alt yapı sorunları; eğitmen, öğrenci nitelikleri konuları tartışılmalı ve çözülmelidir. Bu başlıkları biraz açtığımızda fotoğraf eğitiminin bileşenlerinden en önemlisi, teknoloji ve alt yapıya olan bağımlılıktır. Teknolojiyi bileşenler anlamında ilk sıraya yazdığımızda eğitimin kalitesi ile ilgili sorunlar hemen başlamaktadır. Sayısal devrimin gerçekleştiği; fotoğrafla, zamanın ruhunu yakalamakta dönüştürmekte olduğumuz günümüzde, fiziki alt yapı olarak üniversitenin kendini güncelleyemediği durumlarda eğitimin kalitesinde geriye gidişler kaçınılmazdır.
Bunun yanı sıra fotoğraf eğitimi, sadece sınıflarda verilen bir eğitim değildir. Kendine has mekanlara ihtiyaç duyar. Sanat fakültelerinin tasarımları özeldir. Bu fakültelerde hangi bölümler yer alacaksa mekanların da bu ihtiyaçlar çerçevesinde şekillenmesi gerekir. Oysa bizdeki yapılarda önce bina yapılıp sonrasında bölümler bu binalara uydurulmakta, dolayısıyla da fotoğraf gibi bölümler, mekanlarıyla ilgili ciddi sorunlar yaşamaktadır. Sonuçta eğitimin kalitesi de düşmektedir. Teknoloji ve alt yapı ile ilgili yaşanan olumsuz süreçlere bağlı olan eğitimcinin eğitiminin ve kalitesinin geri kalması kaçınılmaz olmaktadır. Bu durum başlı başına bir sorunken eğitimcinin, fotoğraf eğitimi ve sanatı arasında sıkışmaması gerekir. Fotoğraf eğitimcisinden beklenen, aktaracağı bilgilerin geniş, yeni ve güncel olan ile ilişkilerinin kurgusunun yerinde olmasıdır.
Sistemdeki yapısal aksaklıklar, halkanın üçüncü unsuru olan öğrenciye yansıdığında fotoğraf eğitimini zamanın ötesine taşımak ve evrensel inisiyatifi ele almak mümkün değildir. Üniversitenin olmazsa olmazı olan öğrenci açısından da durum tekrar değerlendirilmelidir. Sınav yapan kurumlar anlamında aralarında farklılıklar olsa da belirleyici olan standart öğrenci yeteneğini ölçmeye yönelik sınav aşamalarıdır. İlgili fotoğraf bölümlerinin hedefleri ne ise öğrenci seçiminde uygulanan yöntemler bu doğrultuda yapılandırılmalı ve çağın gereksinimlerine göre revize edilmelidir. Ayrıca ilgili birimlerin, seçme sınavlarına başvurabilmek için gerekli olan üniversite sınavı taban puanını düşük tutması, seçilen öğrenci kalitesi konusunda seçme sınavının ruhuna aykırı bir yaklaşımdır. Gelen öğrenci profiline bakılınca istediği bölümlere girememiş, bir anlamda kerhen üniversite eğitimi alan öğrencilerle sanat eğitiminin yapılmaya çalışıldığını görüyoruz. Böylesi bir profildeki öğrencide istek ve arzu eksikliği verimi olumsuz etkilemektedir. Çözüm önerim, fotoğraf eğitimine seçilecek öğrencilerin, başvuru aşamasında en taban puan ile değil, böyle bir eğitimin isteyeceği ve gerektireceği taban puanlar ile belirlenmesidir. Yani puanlar yükseltilmelidir. Böylece fotoğraf eğitimini gerçekten almak isteyecek öğrencilerden yapılmış bir seçimin sonuçları daha olumlu olacaktır.
Özlük hakları konusu ciddi bir sorun olmakla beraber ifade etmeye çalıştığım diğer sorunlar yanında tartışmanın çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum.
Bu arada, değerlendirmesini yaptığım sorunların çözüm yeri devlettir. Ancak çözümü sürekli devletten beklemek gibi bir kolaycılığın içinde de değiliz. Devletin, genel anlamda eğitim politikalarını yaparken bir şeye karar vermesi gerekmektedir. İnisiyatif, merkezci bir anlayışla olacaksa ve üniversiteden evrensel kalite bekleniyorsa fiziki alt yapıların ve diğer sorunların çağın gerektirdiği şekilde devlet tarafından çözülmesi gerekmektedir. Yok, eğer bunun dışında bir çözüm yaratılacaksa mevcut eğitim politikalarının gözden geçirilip mevzuatın değiştirilmesi, üniversitede verimliliğin arttırılması bir zorunluluktur.
Sonuç olarak, bu anlamda şu an için genel olarak üniversitelerimizdeki fotoğraf eğitimi kalitesi değerlendirilmelidir. Akademik yapılanma içinde son yıllarda üniversitelerimiz, Avrupa Birliği uyum protokolleri çerçevesinde Bologna Süreçlerini yaşamışlardır. Bu program çerçevesinde yeniden yapılanmaya giderlerken fotoğraf bölümleri de bu süreçleri geçirmiştir. Fotoğraf disiplininin paydaşları ile temaslar çerçevesinde, eğitim programı ve politikası yeniden ele alınmış ve güncellenmiştir. Süreç farklı kriterlerle de tartışılabilir. Bununla birlikte üniversitenin kendini sorgulaması anlamında olumlu olmuştur. Elde edilen verilerle gerçekleştirilebilecek revizyonların fotoğraf eğitimine katkı getirebileceği düşünülebilir. Dolayısıyla üniversitelerin fotoğraf bölümleri de “multidisipliner” yapı içinde kendilerini nasıl şekillendirerek ülkeye, kentlere ve topluma olan sorumluluklarını yerine getireceklerine; geleceği hazırlamaya yönelik faaliyet ve vizyonlarına karar vermelidirler.
Fotoğraf eğitiminin lisans sonrası kısmı ise ayrı bir yapılanma konusu olduğu için ve konunun genişliği, nitelikleri, yer sorunundan dolayı ayrıca tartışılmalıdır. Fotoğraf eğitiminin fotoğrafının bir bölümünde görülenler bunlardır. Teknolojiye bağlı olarak dönüşen fotoğrafın eğitiminin görüntüsünün de değişmesi kaçınılmazdır. Kaçınılmaz olanı görebilmek eğitimin genel felsefesi olmalıdır.
Yrd.Doç.Dr. Sadık TUMAY
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Fotoğraf Bölümü Öğretim Üyesi
Kontrast Sayı 35, Mayıs-Haziran 2013