Arjen Zwart, İstanbul’da yaşayan ve çalışan, Hollandalı bir fotoğraf sanatçısıdır. Arjen, tam bir sokak fotoğrafçısı, belgeselci, siyah beyazcı, ayrıca hâlâ ve inatla pelikül fotoğrafla ilgileniyor ve sayısal fotoğraftan uzak duruyor. Tek ışıklı makineleri deniyor (eski bir Holga’sı var), uzun süre pozluyor. Bir zamanlar “Romanlar”ı çalıştı… Galata Fotoğrafhanesi’nde sokak fotoğrafçılığı üzerine atölye yapıyor. Ayrıca fotoğraf turları düzenliyor. Kavramsal, gezi ve belgesel fotoğrafçılık alanlarında uzman olup, serbest fotoğrafçılıkla uğraşmakta. Fotoğraf albümleri var. Kişisel projelerinin yanısıra, gazete, dergi ve çeşitli sivil toplum kuruluşları için de çalışıyor. Fotoğraf çalışmaları, Türkiye’de ve Avrupa’da sergileniyor ve yayınlanıyor.
Kendinizi tanıtır mısınız?
Teşekkürler, siz tanıttınız bile.
Fotoğrafa, 1986 yılında, Hindistan’a yaptığınız bir gezi sırasında ilgi duyarak başladığınızı söylüyorsunuz. Nasıl bir gezi ve serüvendir bu?
Zaten bir makinem vardı. Ancak, onunla neler yapabileceğimi araştırmak hiç aklıma gelmemişti. Köyde yaşarken, açıkçası, hiçbir sanatsal dayanağım yoktu. 80’lerin ortalarında, Hollandalı bir sokak fotoğrafçısı olan Ed van der Elsken’in kitabını görünce gözlerim açıldı. Bu adam gündelik yaşamdaki sıradışılıkları yakalayarak dünyayı dolaştı. Benim istediğim de buydu! Karayoluyla Hindistan yolculuğu, bana bunun benzerini yapma fırsatı verdi: Gündelik yaşamda olağan dışını fotoğraflamak.
Yabancı bir ülkede, sanat alanında var olmaya çalışmak nasıl bir durum?
İstanbul’da yaşamak ilham veriyorsa da kolay değil. Kendimi tanıtmak için baştan başlamam gerekti. Burada sergilerim oluyor. Dahası, diğer Türk ve yabancı fotoğrafçılarla tanışıyorum. Fikir alışverişinde bulunuyoruz. Fotoğraf sohbetleri, atölye çalışmaları ve fotoğrafla ilgili başka etkinlikler düzenliyoruz.
Neden Türkiye ve neden İstanbul?
1986’da Hindistan’a karayoluyla büyük bir yolculuk yaptım. Yolda,İstanbul’u ve insanlarını fotoğraflayarak harika bir hafta geçirdim. O zamandan beri İstanbul’a karşı bir zaafım var.
Sonra, 2001’de, siyah beyaz filmlerle donanmış olarak İstanbul’a geldim. İstanbul siyah beyaz bir şehir.
Roman bir aileyle ilgili uzun dönem, hâlâ devam eden bir projeye başladım. Bu arada karımla tanıştım ve 2008’de, onunla birlikte İstanbul’da yaşamaya karar verdim.
“Sokak fotoğrafçısı” ve “belgeselci” olarak tanımlanıyorsunuz. Siyah beyaz çalışıyor, pelikül fotoğrafla ilgileniyor ve sayısal fotoğraftan uzak duruyorsunuz. Tek ışıklı makineleri deniyor ve uzun süre pozluyorsunuz. Neden?
Sayısal teknolojiyi kullanıyorum ama sadece iş çekimlerinde. Kişisel çalışmalarımda analog makine ve konusuna göre renkli film kullanıyorum. Zift serim renkli negatifle çekildi. Değişik makinelerle oynamayı ve ne yapabileceğimi görmeyi seviyorum.
“Sayısal teknoloji” hakkında ne düşünüyorsunuz? Fotoğraf üzerindeki etkilerini nasıl yorumluyorsunuz?
Sayısal fotoğrafa karşı değilim ama bence, bana istediğim niteliği sağlamıyor. Teknolojik anlamda değil, yaklaşım olarak. Sayısal fotoğraf nörotik ve sert. Makineli tüfek gibi. Diğer uçta ise, analog fotoğraf var, o ise düşünmeye itiyor. Analog fotoğraf Zen’in ta kendisidir.
İyi bir fotoğrafta olmazsa olmazlarınız nelerdir? Bir fotoğraf ne zaman iyidir?
Cevaplaması zor bir soru. Dogmaları sevmem. Bir fotoğraf teknik olarak kötü olabilir ama ifadesi güçlü ve şaşırtıcıysa iyi bir fotoğraf olabilir.
Türkiye’deki fotoğraf ve “fotoğrafçı olmak” hakkında bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Burada pek fazla bireysellik olmadığını düşünüyorum. Bu kültürel bir olgu. Türkler sosyal ve şekilci. Birkaç işi bir arada yapmayı seviyorlar. Bu bakış açısı ifadelerine de yansıyor.
Son yıllarda, uzaklarda daha başarılı olan; ancak kendi ülkelerinde fazla tanınmayan (genç ve yetenekli) Türk fotoğrafçılarda artış var. Asıl bağrımıza basmamız gerekenler onlar.
Türkiye’de profesyonel bir fotoğrafçı olmak ise, dünyanın her tarafında olduğu gibi zor. Genellikle Hollandalı müşterilerle çalışıyorum.
Dergi ve gazeteler için fotoğrafçılık yapmanın yanısıra, Galata Fotoğrafhanesi’nde sokak fotoğrafçılığı üzerine atölye çalışması yapmakta ve fotoğrafçılık eğitimi vermektesiniz. Nasıl bir yol izliyorsunuz?
Sokak fotoğrafçılığı ile ilgili atölye çalışmaları yapıyorum. Öğrencilerin ‘açıldığını’ ve ‘muhteşem fotoğraflar’la döndüğünü görmek harika. Onlara kendi fikirlerimi fazla işlemek istemiyorum. Kendi kendilerini anlamaları daha önemli. İyi bir fotoğrafçı, kendi yolunda ilerlemelidir.
“İstanbul’da yaşam” konulu fotoğraf sergi ve albümünüz var. “Zift” adlı serginizde; şehre, siyah duvarlar üzerinden yeni bir bakış sunuyorsunuz. Bu seriniz İstanbul’la ilgili triptik (üçleme) serinin ikincisi. Diğer sergilerinizden bahseder misiniz?
Size sadece “Genius Loci” denilen ilk serimi anlatabilirim. Genius Loci mekân hissi demek. İstanbul’un uzun ve zengin bir tarihi var. O mekânların tarihiyle ilintili, görünmeyen bağları ortaya çıkartmak. Bu kavramla oynamayı seviyorum. Üçüncü proje gelişme aşamasında. Henüz ondan bahsedemem. Önce beni tatmin etmeli ve onu başarıyla sonuçlandıracağıma da emin olmalıyım.
Hobiniz mesleğiniz oldu.
Hobi veya profesyonel diye düşünmüyorum. Bir fotoğrafçıyı o yapan, meramıdır ve gerçek bir fotoğrafçı olmak bir yaşam şeklidir.
Neden fotoğrafçılığı bir meslek olarak düşündünüz? Bunun sizce iyi ve varsa olumsuz yanı nedir?
Bu konuda fazla düşünmedim. Hepimiz gibi, fotoğrafçı da faturalarını ödemek zorunda. Dolayısıyla, birşeylerden fedakârlık etmek veya ek bir iş gerekiyor.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
İyi bir literatür takibini, müze gezmeyi (sadece fotoğrafla sınırlı değil) ve iyi filmleri izlemeyi öneririm.
http://arjenzwart.com/
[email protected]
Kontrast Sayı 29, Mayıs-Haziran 2012