Londra’da yaşıyorsunuz. Kendinizi göçmen gibi hissediyor musunuz?
2016 yılında Fotoğraf üzerinde yüksek lisans yapmak üzere Londra’ya taşındım ve mezuniyetten sonra da burada kalmaya karar verdim. Hayatım boyunca pek çok farklı yerde yaşadığım için, kendimi her zaman bir parça göçebe hissetmişimdir. Kesinlikle ve gururla diyebilirim ki, Londra’nın yarı nüfusunun olduğu gibi, ben de bir göçebeyim.
Üzerinde çalışacağınız konulara nasıl hazırlanırsınız?
Fotoğrafa başlamadan önce üzerinde eğitim gördüğüm konular sosyal bilimler temelliydi, bunlar ağırlıklı olarak antropoloji, uluslararası haklar, iktisadi kalkınma ve ülkelerarası çatışma aracılığı konularıydı. Dolayısıyla her zaman güncel ekonomik, kültürel ve sosyal içerikli kimlik kavramıyla ilgili sosyal konular ilgimi çekmiştir. Genel olarak küreselleşmiş çağımızdaki meselelerin nasıl değişmekte olduğunu daha iyi anlamak her zaman çok ilgimi çekiyor. Yaptığım çalışmalarda, belgesel, kavramsal yahut sanatsal olsun, her zaman öncelikle bir araştırma yer alır. Yani bir projeye başlamadan önce teorik ve görsel pek çok araştırma yaparım. Yazılı bilgi derleyerek; katılımcı gözlemle, söyleşilerle ve görsel günlükler aracılığı ile de sahadan veri toplarım.
Göçmenler konusu sıcak ve hassas bir konu. Bazen ana medyada yer alamayacağını düşündüğümüz ciddi meselelerin başka mecralar ve özellikle sanat yoluyla dile gelmesi sizce anlamlı mı? ‘’It all started when some of us left the country’’ çalışmanıza bu kapsamda neler söylersiniz?
Bu konuların araştırılması ve bu konulara görsel bir yorum getirilmesinin önemli olduğuna inanıyorum. Her konuya getirilen kişisel yorumların yankı bulmasınının ve analizinin yapılabilmesininin müthiş olduğunu düşünüyorum.
‘It all started when some of us left the country’ başlıklı çalışmam ile Londra’daki göçmenlerin nasıl temsil edildiği, insan işgücünü nasıl algıladığımız, yerinden etme ve kitlesel yer değiştirme gibi kavramları analiz etmeyi amaçladım. Hedefim diğer ülkelerden gelen insanların ve ürünlerin rolünü ve İngiltere’nin yabancı insan işgücüne ve maddi mallara ne ölçüde dayandığını yansıtmak. Bireysel kültürel kimliğimiz durağan bir değer değildir – sürekli başkalarıyla etkileşime giriyoruz ve artık her gün karşılaştığımız bir çok farklı kültürel girdi var. Kaynak yerimizden farklı bir yere geçtiğimizde, her şeyden önce net bir kültürel kimlik tanımlamamız oldukça zorlaşır. Değerler sistemimiz “caydırıcı” hale gelir ve önceden var olan kültürel geçmişimizi yeni değerler ve karşılaştığımız çeşitli türden girdilerle müzakere etmek zorunda kalırız.
Çalışma konularınıza ve işlerinize baktığımızda hep başka türlü anlatabilme becerisi ile daha samimi ve dikkat çekici bir dil kullandığınızı görüyoruz. Sanatın aslında bize gerçekleri daha farklı gösterebilme gücü konusunda ne dersiniz?
Bir şeyi farklı bir şekilde ve farklı bir sesle göstermenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Fotoğrafçılık, etrafımızdaki gerçeği görmenin ve yorumlamanın olağan yollarını zorlayan güçlü ve demokratik bir araçtır. İmge yaratmak ve anlamak çok uyarıcı bir süreçtir. Şahsen ben bir çalışma yarattığımda “görsel olarak dürüst” olmayı seviyorum. Aynı zamanda, yeni içerik ekleyerek veya gizleyerek ya da bir konuyu görsel olarak yorumlamanın yeni yollarını yaratarak ana akım görsel kültüre meydan okumayı seviyorum.
Çalışmalarınızı daha çok nasıl paylaşmayı tercih ediyorsunuz? Sergileme, fotokitaplar, sosyal medya, birlikte büyük organizasyonlar ya da tek başınıza mı?
Çalışmalarımı hem diğer sanatçılar ile birlikte, hem de kişisel olarak sosyal medya, sergiler ve kitaplar aracılığıyla paylaşmayı seviyorum. Kendi çalışmalarını paylaşmanın, geri bildirim almanın ve diğer sanatçılar ile diyaloğa girmenin önemli olduğunu düşünüyorum.
Bize son dönem çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Devam eden bu projeyle birlikte farklı belgesel ve kavramsal projeler üzerinde çalışıyorum. Bunlardan biri uzaklık ve yer değiştirme kavramıyla ilgili başka bir yorum olacak ve arşiv malzemesi ve ekran görüntülerini içerecek. İkincisi, Doğu Londra’da yaşayan genç Budistler hakkında bir belgesel projesi; Üçüncüsü ise tıbbi kenevir ve kenevir esaslı ürünlerin kullanımı ve bu bitki etrafında oluşmuş popüler kültürün ve klişelerin analizi üzerine yapılan bir araştırma belgeseli olacak.
Bu çalışmanızda kullandığınız portrelerin yüzlerini neden kesiyorsunuz? Meyvelerle ve etkileyici grafik tasarım ile oluşturduğunuz düzenlemelerde yer alan çağdaş portreler kimleri temsil ediyor?
Yüz, bir kişinin kimliğini tanımlarken ana unsurlardan biri, belki de en önemlisi! Öznenin varlığının onu işaret eden özelliği olduğunu söyleyebilirim ve özellikle kimlik belgelerine bakarsak bu çok belirgindir. Yerinden edilmiş kişiler için kimliksizlik ve yokluk kavramlarını yansıtmak için yüzü göstermemeyi seçtim; beyaz karenin büyüklüğü aynı zamanda resmi belgeler için kullanılan fotoğrafları da hatırlatır. Sanırım amacım, yalnızca insan işgücü olarak kabul edildiğimizde ne kadar metalaşabileceğimizin altını çizmek ve kendimizi kültürel ve bireysel olarak tanımlamanın ne kadar zor olduğunu vurgulamak. Bu kavramlar, meyve ve sebze fotoğraflarının, yüzü kaplayan beyaz kare ile aynı boyutta olmasıyla daha da vurgulanmaktadır. Sonuçta, görüntülediğim kişi SADECE bir meyve yahut sebze mi? Çift taraflı görüntülerdeki insanların hepsi farklı ülkelerden İngiltere’ye gelen göçmenler ve yaşadığım, çalıştığım ya da birlikte iş yaptığım insanlar.
Lorenza DEMATA’nın Kontrast Dergi 54. sayıda yayımlanan portfolyosuna buradan ulaşabilirsiniz.
Kontrast Sayı 54, Yaz 2019