Deniz KORAŞLI | Toprağıyla, İnsanıyla; Ülkesinin Savdalısı: “Fikret OTYAM” (49. Sayı)

Fikret Otyam’a göre “Dünyada üç tane güzel göz vardır. Birincisi; Doğu Anadolu kadını gözü, ikincisi; eşek sıpası gözü ve üçüncüsü; ceylan gözü.”

19 Aralık 1926 tarihinde Aksaray’da doğmuştur Fikret Otyam. İlk ve ortaöğrenimini Aksaray’da tamamlayan Otyam’ın lise öğrenimi kesintili olarak Ankara ve Kayseri’de sürmüştür. Liseden sonra İstanbul’a gitmiş, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nden mezun olmuştur. Burada ünlü ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisi olmuştur.

Gazeteciliğe 1950 yılında henüz Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenci iken “Son Saat” gazetesinde başlamıştır. Sonra Falih Rıfkı Atay’ın çıkardığı Dünya Gazetesi’nde yazar ve Yazı İşleri Müdürü Ali İhsan Göğüş’ün yardımcısı olmuş; ardından Ulus Gazetesi’nde ve Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışmış ve köşe yazarlığı yapmıştır. Özellikle Anadolu ile ilgili yazdığı röportajlarla tanınmıştır. Bu röportajlarını çok sayıda kitapta toplamıştır. Ayrıca Aydınlık Dergisi’nde haftalık yazılar yazmıştır.

Röportaj ve fotoğraflarında olduğu gibi tuvallerinde de Anadolu insanını resmetmiş, sık sık keçi ve başı örtülü Anadolu kadınlarını figür olarak kullanmıştır. Anadolu kadınlarını iri gözlü,  küçük burun ve küçük ağızlı olarak betimlemiştir.

İFSAK (İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Klubü) ile bir süre başkanlığını yaptığı ve bir dönem başkanlığını üstlendiği (1977-1979) ve Onur Üyeliği’ne sahip olduğu AFSAD’da (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği) ülke sorunlarını dile getirdiği, eleştirel yaklaşımla aktarıldığı çalışmalar yapmıştır. Emekli olduktan sonra resme ağırlık vermiş, Antalya’ya yerleşmiştir. Akdeniz Gazetecilik Vakfı ve Altın Portakal Kültür Sanat Vakfı’nın kurucu üyelerindendir. Maalesef 9 Ağustos 2015’te aramızdan ayrılmıştır.

Ustayı elbet sizlere özetle anlatmak çok zor… Bu kadar kimliği taşımış birini sizlere aktarmakta yine bir usta olarak kendisi imdadımıza yetişmekte. Sayısız röportaja imza atmış biri olarak kendini, eserlerini, ülkesine hizmetini, halkına sevgisini verdiği çoğu röportajında bakın kendi dilinden nasıl aktarmıştır.

Resimle tanışmasından başlarsak;

Aksaray Orta Okulunda çok değerli bir resim öğretmenimiz vardı. Çok yardımcı olmuştu, kontrplak üzerine kutu yağlıboya ile resim yapmayı öğretmişti bana. Bir gün belediyenin önünde yabancı bir çocuk gördüm, yardım ettim. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenciymiş. Okul hakkında bilgileri topladım ve babama durumu anlattığımda ‘tabelacı mı olacaksın?’ dedi ama ben İstanbul’a gittim. İbrahim Çallı’nın atölyesinde bir yıl ‘misafir öğrenci’ oldum, 2. yıl sınav vererek gerçek öğrenciliğe geçtim. Çallı, akademideki bütün hocaların hocası ama bir de Bedri Rahmi Eyüpoğlu var. Çallı’dan izin alarak, şairliği, yazarlığı, ressamlığı ve üstüne üstlük türkü severliği ile bana çok yakın bulduğum ‘can adam’ Bedri Rahmi Atölyesine geçtim, buradan da 1953 yılında mezun oldum.”

İsmet İnönü Otyam’ın sergisini gezdikten sonra, sergi defterine düştüğü notta şunları yazmıştır: “Otyam’ın sergisi, öğrenmek için bir cilt kitap sayılır”.

Fotoğraf tutkusu ise;

Ortaokulda iken Fransızca öğretmeni olan Emekli Albay Lüleci Haşim Bey “Lenduha ayaklı, cama çeken fotoğraf makinesini” sanatçıya armağan etmesiyle başlamıştır. Babası İsmet İnönü’nün silah arkadaşlarındandır. “24 Temmuz 1942, Reisi Cumhur İsmet Paşa, Adana’dan Ankara’ya geçerken öğle yemeği için evlerini ziyarete geldiğinde ilk kez Paşa’nın fotoğrafını o gün çekmiştir ve sonrasında bunu anılarında “Nereden, nasıl bilebilirdim ölünceye kadar fotoğraflarını çekeceğimi” diye paylaşmıştır.

Güzel sanatlar eğitimi devam ederken 1950 yılında aslında resim haricindeki hayali gazeteciliğe “Son Saat” gazetesinde başlamıştır. 1953 yılı onun için oldukça mühim bir yıl olmuş, Akademi’nin resim bölümünü bitirdiğinde Falih Rıfkı Atay’ın çıkardığı Dünya Gazetesi’nde yazar ve Yazı İşleri Müdürü Ali İhsan Göğüş’ün yardımcısı olmuştur. Aynı yıl ilk kez patronundan aldığı izinle çok merak ettiği Güneydoğu Anadolu’ya -bu yörelerdeki çeşitli toplumsal sorunları, bu sorunları ortadan kaldırmaya yönelik bir anlayış ile- gitmiştir. Yaşar Kemal de bölgeye Cumhuriyet Gazetesi’nden aynı görev için gitmiştir. Bu doğu gezisi Otyam’ın ‘Gide Gide’ adını verdiği röportajlarının ilkini ortaya çıkarır. Röportajda Ferrania kutu fotoğraf makinesiyle çektiği fotoğrafları da yayınlanır ve çok ses getirir. Basında ilk kez Doğu fotoğrafları yayımlanmıştır. İki gazetede de aynı zamanda yazı dizileri başlayınca Fikret Otyam’ın fotoğraf üstünlüğü ilgiyi artırır. Otyam; “Benim üstünlüğüm fotoğrafta. Oyuncak gibi bir kutu makinem var, eskiden ‘ön arka net’ denilen bir sistem. Bu makine hem röportajı kurtardı hem de adımı duyurdu” demiştir.

Gazeteciliği Ulus ve Cumhuriyet Gazetesi’nde sürdürmüş, daha sonra uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapmıştır.

Otyam henüz gazetecilik yaşamına başlamadan fotoğrafla tanışmış hatta profesyonel oluşumların içinde bulunmuş olmasına karşın, foto-röportajcılığa başlaması zorunluluktan kaynaklanmıştır. Tanınmasını sağlayan Anadolu ve Güneydoğu Anadolu ile ilgili yazdığı röportajları çok sayıda kitapta toplamıştır.

1979 tarihinde gazeteden emekli olduğunda Antalya’ya yerleşerek özgürce resimler yapmaya başlamış, ilk tutkusu olan resim yapmayı hiç bırakmamıştır. Bir yandan da Aydınlık Gazetes’inde haftalık yazılar yazmaya devam etmiştir.

Akademiden, fotoğrafçılıktan, gazetecilikten biriktirdikleri, Anadolu’ya duyduğu aşkla birleşmiş, Fikret Otyam’ın resimlerinde yeni görsel imgelere bürünmüştür. Fotoğrafla yakaladığı ayrıntılar ve ifadeler resimlerinde yine ifadeci bir anlayışla ortaya çıkmıştır. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun resim öğretileri, Anadolu-Batı sentezi aktarımları onun fotoğraflarında lekeci üslupta, resimlerinde benzer bir anlayışla insan duyarlılığı ve Fikret Otyam’ın kişiliği ile birleşmiştir.

Resimlerinde göz figürleri üzerinde özellikle durmuş, gözleri iri ve dikkat çekici olarak betimlemiştir. Fikret Otyam’a göre “Dünyada üç tane güzel göz vardır. Birincisi; Doğu Anadolu kadını gözü, ikincisi; eşek sıpası gözü ve üçüncüsü; ceylan gözü.” Anadolu kadınlarının resimlerinde gözlerini iri olarak betimlerken burunları ve ağızlarını küçük olarak betimlemeye gayret etmiştir.  Onun resimlerinde Türk geleneksel sanatı ürünlerinden camaltı resimlerinin “masal/sahiciliği” vardır. Şahmeran’ın gözleri gibidir genç kadınların gözleri, giysileri rengârenk çiçekler gibidir, yani figürler doğanın bir parçasıdır.

Önce kalemi ve fotoğrafları sonra fırça ve tuvaliyle insanın peşine düşmüştür Fikret Otyam. Özentisiz, taklitsiz, kuvvetli bir görme ve algılama gücüyle, zaman zaman durağan, zaman zaman hareket halindeki tuvalleriyle, bir uçtan bir uca beyaz ya da simsiyah hareli atlarıyla, yalın ve sevecen tarzı Fikret Otyam’ı “O” yapan en önemli özellikleridir.

Röportajlarının yanı sıra hem gazetede yayımlanan fotoğrafları, hem de açtığı sergileri ve kartpostalları ile Fikret Otyam, fotoğrafın toplumsal amaçlar doğrultusunda kullanımı konusunda, “Toplumsal belgeci fotoğraf” alanında en yetkin örnekler veren fotoğrafçımızdır. Fikret Otyam, yazı ve röportajlarında eğildiği toplumsal kesimi şu sözlerle ifade etmiştir: “Ezilen, horlanan, sahipsiz, gözü olup da görmeyen, kulağı olup da duymayan, dili olup da söylemeyen kesimin, sömürülen, ezilen halkımın dili, gözü, kulağı olmayı yeğledim.” Bu açıdan fotoğraf çalışmalarında bir yandan özellikle Anadolu insanının sorunlarını aktarma işlevini üstlenirken, bir yandan da çözüm bulmaya yönelik yaklaşımı yeni kuşakların yetişmesinde de etken olmuştur.

Fikret Otyam için;

İsmet İnönü Otyam’ın bir sergisini gezdikten sonra sergi defterine düştüğü notta şunları yazmıştır: “Otyam’ın sergisi, öğrenmek için bir cilt kitap sayılır.”

Fotoğrafın ustalarından Ozan Sağdıç’tan Otyam için;

Susuzluktan kuruyarak çatlamış topraklar, o topraklara bile sahip olamayan topraksız köylüler, bakımsızlıktan, ilaçsızlıktan kırılan bebeler, yaşamın bütün yükünü sırtlanmış çilekeş kadınlar, devletten şefkat yerine jandarma zulmü gören garibanlar, yersiz yurtsuz göçerler, toprağın bilmem kaç kat altında ölüm tehlikesiyle burun buruna yaşam savaşı veren güneşe hasret madenciler… Ve daha nice çilekeş insanlar, somut çileleriyle, yurdun o köşe bucağından habersiz kişilerin gözüne sokuluyordu.

Fikret Otyam, kendisi de farkında olmadan 60’larda ve 70’lerde yetişen çoğu amatör bir kesim olan fotoğrafçılar tarafından idol olarak görülmüştür. Sık sık Doğu’ya, Güneydoğu’ya gidiyor, dağ tepe, köy köy, mezra mezra dolaşıyordu. Çabuk dost olabilmesi, insanlarla hemen kaynaşabilme yeteneği sayesinde topluluklara ustaca nüfuz etmesini iyi beceriyordu. Ama her seferinde gittiği, gezdiği yerlerden insanın yüreğini burkan fotoğraflarla dönüyordu. Bu sergileme, halkın olduğu kadar kimi yöneticiler üzerinde de etkili oluyordu.

Biraz bilinçsizce, işin özüne varmadan gerçekçi fotoğraf sanatının sadece sefalete yönelmekle elde edilebileceği kanısı yaygınlaştı. Benim kişisel görüşüme göre, sol felsefeye hümanizmden çok slogancı basma kalıpçılık çöreklendi, “Gördüğün ve görüntülediğin sefil manzara, realizm adına yapılmış bir başyapıttır. Sanat mı? orada sergilediğin çıplak gerçek sanatın kendisidir. Estetik mi? o da ne ki canım, onu da es geçiver bir kalem…” Sümüklü çocuk fotoğrafı deyimi bizim Türk milletine özgü bir kavramdır.

Otyam’ın röportaj fotoğraflarındaki amacı, kuru kuruya bir sefalet edebiyatı yapmak ve bunu sömürmek değildi. Dünyadan habersiz bir halkı bilgilendirmek, bilinçlendirmek ve yönetici kesimini çare bulmaya sevk etmekti. Onun çilenin içine girerek, çileyi yaşayarak, görmeyen gözlere sundukları bambaşka bir dünya görüşüne dayanır. Nitekim Jandarma dayağı mı? üzerine gidilmiştir. Bebeleri yaşamı tanımadan melek yapan sıtma mı? kızamık mı? kökü kurutulmuştur. Yersiz yurtsuz göçerleri mi yazmıştır? iskân edilmişlerdir. En en önemlisi de, GAP projesi diye anılan, bütün Güneydoğu Anadolu’yu kapsayan dünya çapındaki su projesinin anasının babasının Otyam’ın çektiği Harran Ovası’nın kuraklıktan çatlamış toprakları ile oralarda yaşayan çilekeş insanların fotoğraflarıdır.

Otyam sohbet adamıydı; sözü baldan tatlıydı. O başından geçenleri anlatırken ağzı açık dinlerdiniz. Müthiş bir hikâye kurucusu ve anlatıcısıydı. Anlatımlarına zaman zaman duygusallık da karışırdı. Gözle görünenlere Otyam bir de gönül penceresinden bakıyor olmalıydı. Ama onun fotoğrafları çıplak gerçeğin abartısız bire bir tanıklıklarıdır. Bu yüzden çok da etkin olmuşlardır. Yazılarıyla ve fotoğraf kareleriyle o röportajların ve asıl onlara eşlik eden fotoğrafların tarihi belge niteliği taşımaları bir yana, o günlerin kimi sorunlarını dile getirmesi ve etki alanına çekmeyi başardığı sorumluları harekete geçirmesini sağladığı için çok önemlidir”.

İbrahim Demirel’den…

“Otyam’ın fotoğraflarıyla, gazetelerdeki röportajlarında, bir de 1966 yılında İstanbul’da açtığı “Gide Gide” sergisinde tanıştım. Fotoğraf tutkumun başlamasına bu fotoğraflar neden oldu.”

Ustayı saygıyla anıyoruz.

Not: Yazının derlemesi ve alıntılar Merter Oral’ın “Toplumsal Belgeci Fotoğraf ve Fikret Otyam Örneği” kitabından ve çeşitli röportajlardan sağlanmıştır.

Kaynakça:
1- Oral, M. “Toplumsal Belgeci Fotoğraf ve Fikret Otyam Örneği,1996,Espas Sanat Kuram Yayınları
2- www.gazetecilercemiyeti.org.tr/soylesi
3- www.antalyayerelhaber.com/roportajlar
4- hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster
5- www.renklidergi.com/kultur-sanat/roportaj/Fikret-Otyam-Ile-Renkli-Sohbetler-Bolum-1-Gulcin-Ertunc-Roportaji

Kontrast Sayı 49, Ekim-Kasım-Aralık 2015

Hazırlayan: Deniz KORAŞLI

Bizi paylaşın..