1982 doğumlu, sosyolog, fotoğrafçı ve eğitimcidir. Lisans derecesini 2006 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyoloji Bölümünden, sanatta yeterlik derecesini 2010 yılında Ankara Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Bölümünden almıştır. 2005’den bu yana, belgesel fotoğraf çalışmaları, foto-röportajlar üretmekte, fotoğraf üzerine yazmakta ve dersler vermektedir.
Kalıplara sıkışmış bir belgesel anlatım dilinden ziyade atölyenizin de adı olan ‘Anlatmanın Başka İhtimalleri’ üzerinde düşünüyor, çalışıyor, öğretiyorsunuz. Çalışma konularınıza nasıl hazırlanıyorsunuz? Nelere dikkat ediyorsunuz?
“Anlatmanın Başka İhtimalleri” söylediğiniz üzere kalıp bilgilerle ilerlemiyor. Dönüşümsel bir momentumu var. Bunun belirleyici paradigması katılımcıların farklı olmaları ve anlatmak, söylemek, göstermek istediklerinin de haliyle farklı bir şekilde dile düşmesi. Elbet bunun karşısında benim yeniden kendimi konumlandırmam.
Atölyeyi kurgularken temel öğeleri işaretliyorum, üzerine çalışıyorum. İçini, bazen içini aşacak şekilde, dışını da katılımcılarla birlikte örgütlüyoruz.
Araf ile ilgili olarak, ‘’Bu insanlar geçmişte de değiller, şimdide de değiller; geleceğe odaklanmışlar.’’ demişsiniz. Bu arada olma durumu çalışmanızın temelini mi oluşturuyor?
Evet. Çalışmanın temelini arada sıkışma, arafta kalma hali oluşturuyor. Bu konu özelinde beni, sığınmacıların gerçek yaşamda karşılaştıkları zorluklarla birlikte esasen ilgilendiren sanırım bu durum. Sınırlandırılmış bir mekanda sıkışıp kalma ve elbet kendi zamanlarına sahip olamama hali.
‘Araf’ ve ‘Nehrin Öteki Yakası’ çalışmalarınızda izlediğiniz yoldan bahseder misiniz?
Belli bir izleğim, çalışma takvimim olmuyor. İzlek değil de konuya yaklaşım motivasyonumdan bahsedecek olursam; insanlarla doğrudan iletişim kurma, yaşamlarını çevreleyen şeyleri kavrama, anlama ve bu süreç içerisinde kendimi keşfetme, yer yer büyük bir can sıkıntısının eşlik ettiği duygularımı yoklama hali beni bir yola sokuyor. İlerliyorum, geri düşüyorum bazen başka yollara sapıyorum.
Çaresizlik, zor durum ve vahşet fotoğrafları kolayca klişeler yaratabilir. Fotoğraflar ile seyredip uzaklaşmayı, alışmayı değil harekete geçmeyi, etkilenmeyi ve çözüm aramayı nasıl sağlayabiliriz?
Sorunuz bir sorudan ziyade sanırım bir makaleye başlama sebebi. Fotoğrafın insanın yapıp ettiklerine, sosyal problemlere bakmasına başlamasından beridir çeşitli bağlamlarda tarışılagelmiş bir mevzuyu dolaylı olarak ele alıyoruz burada. Fotoğrafçının/gözlemcinin ideolojik konumu, duygu dünyası, insanla, çevresiyle, yaşamla olan bağı/iletişimi; fotoğraflanan insanların varlığı, kendi oluş biçimleri, arada bir araç olarak fotoğrafın kendisi; bakma eyleminin tarihsel olarak insanın dış dünya ile kurduğu ilişkiye paralel sürekli bir değişim içinde oluyor oluşu; elde edilen görüntünün ortaya çıkış süreci ve elbet bu ürünün hangi bağlamda paylaşılıyor oluşu, velhasıl her yönü ile kapsamlı bir tartışmanın içeriğini, alt metinlerini oluşturuyor. Sorunuza tekrar dönecek olursam; fotoğrafçının çalışma pratiği -ki pratik denklanşöre doğru zamanda, anda basmakla sınırlı değil – çalışma alanına aidiyeti, konusuyla kurduğu samimiyet, ve sonuçların paylaşılması; elbet izleyicinin gözü ve estetik bir bilincin varlığı ile alakalı. Fotoğraf bunların ve daha bir çok şeyin toplamında sanırım bir kimlik, karakter oluşturur ve etki gücünü artırır. Bununla paralel olarak ele alınan mevzunun kamuoyunda yaratmış olduğu etki, fotoğrafı W. Benjamin’in savunusunda olduğu üzere devrimci bir noktaya taşır.
Zor şartlar altındaki insanların kendilerinin ve durumlarının estetik fotoğraflanması konusunda ne derseniz?
Nasıl, ne için, neden, kim için derim sanırım. Bu sorulara alacağım yanıtlar ya da baktığım görüntüden duygusal ve mantıksal olarak anladığım şey bende bir kanı oluşturur.
Sivil muhabirlik ve sosyal medyada fotografik temsilin kimler tarafından ve ne kadar kontrol edilebileceğine dair yanıtlar bulanıklaştırıldı. Bu bizi görüntülerin demokrasisine götürür mü ve dolayısı ile de hakların demokrasisi için bize fayda sağlar mı?
Fotoğraf doğası itibariyle farklı disiplinlerden beslenen bir araç. Bununla beraber teknik manada diğer üretim araçlarıyla kıyaslayınca “kolay” bir üretim aracı. Hal böyle olunca herkesin kullandığı, kullanabileceği teknik doğası, kopyalanabilir ve kopyalayabilir özelliğinin olması, işlevselliğinin yaygın oluşundan kelli fotoğrafa “demokratik” bir önem atfeder. Tüm sanatsal ve akademik ve tabii kamuoyu yararı değerlendirmenin dışında tutulduğunda görüntü görüntüdür. Çoklu ve yaygın bir şekilde üretiliyor olması bizi elbet demokratik bir alana götürmez. Bir parmak hareketi ile elde edilir. Bu sorunuzu iletişim aracı bağlamında ele alırsak haberi belli bir tekelden alıp çoğullaştırarak yaygınlaştırması, kamuoyu oluşturması, politika üretenler üzerinde baskı yaratması, hak savunuculuğunun araçlarından biri olması bize demokratik bir üretim aracının varlığını hissettirir.
Bazı fotoğrafların belli bazı olayları ikonlaştırması, temsil etme becerisi, olaylara insani bir yön verme potansiyeli, sivil halk için işlevi, daha fazla demokrasi için kullanılabilecek bir hak arama malzemesi olması, o fotoğrafları çeken kişilerin taşıdığı sorumluluğu arttırır mı?
Bu soruya iki yönlü bir cevap verebilirim. Birincisi – her zaman geçerli olmasa da- fotoğrafçının belli bir duyarlılık, sorumluluk ve his içerisinde orada o fotoğraf çalışmasını gerçekleştiriyor olması. Sorumluluk ve duyarlılık fotoğraf(lar) elde edilmemiş olsa bile her daim vardır. Bence en önemli kısmı burası. İkinci olarak; bir görüntü ilk elde edildiği anda ikonlaşmaz. Fotoğrafçıdan bağımsızlaşarak belli bir sosyal, politik, kültürel ve sanatsal ve son olarak belki en başta editoryal süreçlerden, filtrelerden geçerek “ikonlaşır”. Burada fotoğrafı elde etmiş fotoğrafçının kamuya ya da her kimse muhatabına sorumluluğunu tartışmaktan ziyade şunu söylemek daha yerinde olur: Şimdi, o fotoğraflara bakan bizler ne yapıyoruz? Görüntüyü seyirlik bir nesne olarak ele alıp teknik öğelerinin kusursuzluğunu mu kutluyoruz yoksa temsil edilen olayı meydana getiren yapısal, sistemsel sorunları mı dert ediniyoruz?
Göçmenler konusu sıcak ve hassas bir konu. Bazen ana medyada yer alamayacağını düşündüğümüz ciddi meselelerin sanat yoluyla dile gelmesi sizce anlamlı mı?
Sonuçta ana medyada bahsettiğiniz ciddi meseller yer alsa bile değişim ve dönüşüm o kadar hızlı ve kolay gerçekleşmiyor. Herkesin bildiği bir örnek üzerinden gidelim. Aylan bebeğin cansız bedeni hala o sahilde. Onun fotoğrafının kamuoyuyla paylaşılmasının öncesi ve sonrasında hepimizi şaşırtan mülteci politikaları konusunda dramatik bir değişim olmadı. Politika üreticiler taziyelerini paylaştı; bir kaç ülke milyonların göçe zorlandığı bu zamanda bir elin parmağını geçmeyecek sayıda topraklarına mülteci kabul etti; sınır güvenliği politikaları üretti. Bu noktada yapılan en iyi şey sanırım Birleşmiş Milletler nezdinde bizim gibi yoğun mülteci nüfusunun yer aldığı ülkelerde yerinde temel eğitim, sağlık, sosyal uyum problemlerinin iyileştirilmesi politikaları. Velhasıl ana medyada bu gibi hassas mevzuların yer alması sorunu kökünden halletmiyor. Yaşadığı çağa tanık olan, duyarlılık geliştiren bizlerin; söz hakkı, eylem hakkı değersizleştirilmiş sorunu çözme konusunda en ufak çabayı değerli görenlerin çağa tanıklığını sanatın her hali ile ya da elinden her ne geliyor ise onunla kaydediyor oluşu oldukça önemli ve kıymetli.
Çalışmalarınızı daha çok nasıl paylaşmayı tercih ediyorsunuz? Sergileme, fotokitaplar, sosyal medya, birlikte büyük organizasyonlar ya da tek başınıza mı?
Çalışmalarımı yaygınlaştırmak, ilgili kurum ve kuruluşlarla paylaşıyor olmak; çalışma alanına görsel kaynak geliştirmek ana gayem. Bunun nasıl bir paylaşım aracı ile gerçekleştiği çalışmanın hedefi ile ilgili diye düşünüyorum. Ancak sonunda bir kitap ile çalışmayı noktalamak herkesin isteğidir.
Bize, varsa eğer, son dönem çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Kısa bir süre önce Dünya Sağlık Örgütü ile Türkiye’de mülteci sağlığını konu alan bir fotoğraf çalışması gerçekleştirdim. Bu çalışma Ankara’da Cer Modern’de sergilendi. Elde edilen görseller Dünya Sağlık Örgütü sosyal medyasında yer yer paylaşılıyor. Böylesi bir çalışmanın küçük de olsa bir parçası olmak benim için çok kıymetliydi. Onun dışında bağımsız olarak inandığım, içinde hissettiğim hikayelerin peşinden gidiyorum.
Kontrast Sayı 54, Yaz 2019