Melih Şentürk’ün Distopia isimli 2. solo sergisi 3 – 25 Nisan tarihleri arasında Mira Koldaş Art Gallery’de
“Gelecek yüz yıllar içerisinde oluşmuş distopik bir evrenin köhne yapılarını diorama sanatı ile birleştirmeye çalışıyorum. Bunlar; insanoğlunun doğanın dengesini bozacak kadar ona zarar vermesi hatta sömürmesi sonucu ortaya çıkan belki yıkımlar, belki salgın hastalıklar nedeni ile çok az sayıda hayatta kalabilmeyi başarmış bir grup insanın yaşamını sürdürebilmesi için çevresindeki her türlü imkanları, hurdaları kullanarak inşa ettikleri barınaklar diyebiliriz.
Aslında kötü gibi görünen bu dünya bana göre bambaşka yeni güzel bir başlangıç. Hayatta kalan insanların uyanışı, bir tek küçük ağacın bile ne kadar kıymetli olduğunu, bir bardak temiz suyun nasıl değerli olduğunu, karnını doyurabilmenin daha önce ne kadar sıradan fakat şimdi bir tane meyvenin bile bir madenden daha değerli olduğunu anladığı, uyanışla dolu bir dünyayı anlatmaya çalışıyorum.
Çalışmalarımın büyük bölümünde kırılmış atılmak üzere olan materyallerden yapıyorum.
Beni, kullanmış olduğum tüm parçalardaki yaşanmışlıklar çok etkiler.
Mutlaka her birinin bir hikâyesi vardir. Özellikle lodos tahtalarının.
Hikayesi olan bir materyallerden bir hikaye ortaya koymaya çalışmak apayrı bir mutluluk veriyor.
Bu yüzden de her çalışmamın ayrı bir hikayesi vardır.”
“Seviyoruz hayatı, yaşamayı” diyoruz fakat pet şişe kullanıp giden arabanın camından fırlatabiliyoruz. “Seviyoruz doğayı ve onu elimizden geldiğince koruyor” diyoruz hala elimizde plastik koca pipetli kahve bardağı ile dolaşıp bir de fotoğrafını çekip hem sosyal medyayı hem de çevreyi kirletiyoruz. “Biz doğanın içinden geliyoruz paşam, bu yüzden kamp yapmayı çok seviyoruz” diyoruz fakat çocuğumuzun kıçından çıkarttığımız kirli bezini çöpe bile atmadan orayı terk ediyoruz. “Hayvanları çok Seviyoruz” diyoruz ama bazı türlerini parçalayıp; başka yiyecek alternatifimiz yokmuş gibi yiyoruz… Diorama sanatı sadece maketçilik değil dostum, derin bakarsan bir çok şey anlatır. Doğamız, yeşilimiz bol olsun
Türkiye Taş Kömürleri İşletmesi’nde çalışan bir baba ve ev kadını bir annenin üçüncü çocuğu olarak 1975 yılında Zonguldak’ta dünyaya geldi.
İlk ve Orta Okulu yaşadığı mahallede tamamladı. Bu yıllarda elektronik aletlere ilgi duymaya başlayan Melih, doğum gününde babasından lehim havyası isteyerek geleceği hakkında ilk ipucunu vermişti.
“İlk eserinizi ne zaman yaptınız?” sorusuna sanatçının verdiği yanıt hem çok eğlenceli hem de çocukların ilgi alanlarına ebeveynlerin kayıtsız kalmaması yönünde ışık tutan bir hikayedir.
Henüz 13 yaşındayken babasının büyük bir heyecanla eve getirdiği kaset çaların parçalarını bir vinç yapmak üzere gizlice söker. Bir gün babası müzik dinlemek istediğinde kaset çaların çalışmadığını fark eder ve onarıma götürür. Teknisyen sorunu anlayabilmek için cihazı açtığında birçok parçanın yerinde olmadığını görür. Durum babasını sinirden küplere bindirmesinin yanı sıra takdirine de yol açan bu vinç eseri, ileride distopik evrenin köhne yapılarında sanatçının vazgeçilmez temalarından biri olacaktır…