Ufuk DURUMAN | Vivian Maier (51. Sayı)

İllüstrasyon: Erhan Cihangiroğlu

Fotoğrafçılara sıkça sorulan bir soru vardır: “Niçin fotoğraf çekiyorsun?” Buna pek çok cevap verilir ama hepsinin özü “kendini ifade etmek”tir. İşte kahramanımız için de bu cevap geçerli; hem kendini kendi tarzında ifade etmiş, bir yandan da bir yaşam tarzını betimlemiş.

1926 yılında Fransız-Amerikan bir anne ve Avusturya’lı bir babadan, New York’ta dünyaya gelmiş olan bu gizemli fotoğrafçı Fransa ve Amerika arasında epey gidip geldiği çocukluk yıllarından sonra, 1950’lerin başında New York’a gelmiş, 5 yıl sonra da Chicago’ya yerleşmiş.

Vizörü tepede olduğu için insanların fotoğraflandığını kolaylıkla fark edemediği Rolleiflex marka makinesi ile binlerce fotoğraf çekmiş.

Bir başka kahraman bulmasa belki onu hala bilmiyor olacaktık. Bir emlakçı ve tarih meraklısı genç bir adam olan John Maloof, Chicago’nun ihmal edilmiş kuzeydoğu bölgesinin tarihçesi ile ilgili bir kitap yazmak isteği ile kullanabileceği eski görüntüler arama sürecinde yerel bir müzayededen bir kutu dolusu negatif satın aldı. Bir süre ilgilenmediği bu negatifleri incelediğinde ise artık bir hazine keşfettiğini biliyordu. Takip eden yılda bu negatiflerin geri kalanını alan kişileri de bulup negatiflerin yüzde doksanını toplamayı başardı. Bulduğu diğer malzeme arasında kesilmiş gazete kupürleri, kendi çektiği filmler ve ses kayıtları da vardı. Ona yollanmış mektupların izini sürerek hakkında daha fazla bilgi sahibi oldu. Böylece çözülmesi gereken bir yapbozun önemli parçaları bir araya gelmiş oldu.

Vivien Maier, ömrü boyunca bakıcılık yapmıştı. Baktığı çocuklar onu “Mary Poppins gibi” olarak tanımlamışlardı. Liberal, özgür bir ruh, entellektüel, orijinal ve kendini açmayı sevmeyen bir kadın olan Maier hakkında kimsenin çok fazla bilgisi yoktu. Her sokağa çıktığında yanına aldığı fotoğraf makinesini sorgulamamıştı işverenleri. Çektiği binlerce fotoğrafla New York caddelerini, arka sokaklarını, parklarını, kenar mahallelerini keşfedip belgelerken buralarda yaşayan her kademeden insanı, evsizleri, siyahileri, ayyaşları, sokak çocuklarını, tesadüfen rastladığı olayları da fotoğraflamıştı. Şansımız varmış ki, onu tanıyabileceğimiz fotoğraflar da çekmişti. Pek çok otoportresinden ve bulunan eşyalarından, onun zarif bir yüzü olduğunu, büyük bir şapka ve uzun bir palto, erkek ayakkabıları giydiğini öğreniyoruz. Mümkün olduğunca kalabalığın içinde eriyerek kendini gizlemiş, böylece çok doğal fotoğraflar elde etmişti.

Fotoğraf sanatçısı ve yazar, aynı zamanda Northwestern Üniversitesinde sanat teorisi ve pratiği üzerinde dersler veren Pamela Bannos, Maier ile çok ilgilenmiş, bir dedektif gibi yaptıklarının izini sürmüştür. Ofisine astığı bir harita üzerinden nerelerde fotoğraf çektiğini, fotoğraf sergilerini ve sanatsal etkinlikleri takip ettiğini bulup çıkarmıştır.

Önceleri, yıllarca çocuk bakıcılığı yaptığı evde fotoğraflarını kendi bastığı bir karanlık odası varken, fotoğraf da basan Maier, bu olanağını kaybettikten sonra artık sadece negatifleri saklamış, nedense bunları hiç bastırmamış. Belki de bir noktadan sonra bu görüntüleri kaydetmekle o kadar meşguldü ki, bastırıp onları görmek aklına gelmemişti. Yahut sürecin kendisi onun için sonuçtan daha değerliydi.

Eşyalarının arasında bulunan fotoğraf kitaplarını ve Fransa’nın beş büyük fotoğrafçısının kullandığı makineyi kullanıyor olmasını bir araya getirdiğimizde, bu konuda eğitimi olmasa da epeyce araştırdığını, sokak fotoğrafçılığı konusunda Arbus ve Cartier-Bresson gibi fotoğrafçılardan etkiler taşıdığını fark edebiliyoruz.

Bir süre, o tarihlerde dünya üzerinde pek çok kadının tek başına gitmeyi düşünmeyeceği ülkelere seyahat etmiş, fotoğraflar çekmişti. Basılmamış 150.000 civarındaki negatifin içinde, John F. Kennedy, Richard Nixon, Salvador Dali, Audrey Hepburn gibi ünlü kişilerin de fotoğraflarının bulunduğunu görüyoruz. Eşyalarının arasında bulunan kesik kupürlerden takip ettiği pek çok etkinliğin, olayın peşine düşüp bu fotoğrafları çektiğini anlıyoruz.

İnsanlara kendini açmayan, yalnız ve iyi bir gözlemci olan bu duyarlı kadın, 83 yaşında buzda kayıp düşmüş, aylarca bakımevi-hastane arasındaki pek çok gidip gelişten sonra 2009 yılında hayata veda etmiştir.

Ölümünden sonra bulunan fotoğrafları ile dünya çapında bir sokak fotoğrafçısı olarak adı duyuldu. Fakat öyküsü burada bitmedi. Eski bir fotoğrafçı ve avukat olan David C. Deal fotoğrafların kullanım hakkı ile ilgili olarak bir dava açtı. Maloof, bu konuda bir araştırma yaptırıp Maier’in akrabası olarak bulduğu bir kuzenine ödeme yapmış da olsa, Deal fotoğrafların hakkının Maier’in en yakın akrabası olan Fransa’da yaşayan ve Maier’den haberi bile olmayan başka bir kuzenini gösteriyor. Bu davanın sonuçlanması da uzun yıllar alacak gibi gözüküyor.

Fotoğrafları ile tanınmayı denememiş, yetenekli ve gizemli kahramanımızın hayatı ile ilgili cevaplanmamış pek çok soru var. Bunlardan biri de şu: Peki, kendisinin bastırmayı tercih etmediği fotoğraflarının dünyaya dağılmasını acaba ister miydi? İşte bu sayımızda işlediğimiz “buluntu” yahut “sahibini kaybetmiş” fotoğraflar ile ilgili etik bir soru bu, sahibinin artık üzerinde hak iddia edemeyeceği bu fotoğraflar üzerinde kimin hakkı var? Ortaya çıkıp bir şekilde izlenmeliler mi, yoksa sahibi ile birlikte tarihe mi gömülmeli?

Yazımızı bir soru ile açtık ve bir soru ile kapattık. Top sizde…

Ufuk DURUMAN

Kontrast Sayı 51, Güz 2016

Bizi paylaşın..