Özcan YURDALAN | Bir Yakın Tarih Denemesi (42. Sayı)

Türkiye’nin fotoğrafçılık tarihi, bu işi icra eden haberciler, stüdyocular ve tanıtım fotoğrafçıları gibi meslek erbabının kayda değer bir örgütlenmesine tanık olamazken, boş vakitlerini bu sanatla uğraşarak değerlendiren geniş kesimlerin güçlü ve yaygın bir örgütlenmesine sahne oldu. Fotoğraf teorisi ve fotoğrafçılık pratiği oluşturmaktan başlayarak yaygın eğitim örgütlenmesine, yayıncılıktan sosyal alanı fotoğrafla buluşturmaya, fotoğraflar aracılığıyla toplumsal etki yaratma denemelerine kadar birçok uygulama bu örgütler tarafından gerçekleştirildi. Memleketin fotoğrafçı profillerine baktığımız zaman sanat fotoğrafçıları gibi derneklerde ilk derslerini almış ya da derneklerle organik ilişkiler kurmuş çok sayıda haberciye ve akademisyene de rastlarız.

Türkiye fotoğrafçılık tarihi ayrılmaz biçimde fotoğraf derneklerinin tarihiyle iç içe geçmiş durumda. Fotoğraf sanatı kadar fotoğraf sosyolojisi ve fotografik algı eğitimi de derneklerin eğilimleriyle belirlendi bugüne kadar. Bu eğilimler siyasi ve toplumsal süreçler içinde biçim değiştirerek yeni yapılar yarattı.

Yatay örgütlenmesi ülke düzeyinde onlarca şehre dağılmış ve bir federasyonla dikey yapılanmanın kubbesini kondurmuş fotoğraf dernekleri konusunda çok şey söylenebilir; iç işleyişleri ile fotoğraf yaklaşımları uzun uzadıya tartışılabilir; yaygın fotoğrafçılık alanının gidişatı konusunda derinlikli bir stratejiye sahip olup olmadıkları konuşulabilir, ticari hacmi giderek büyüyen ve fakat hiçbir alt yapısı olmadığı için ithal eksenli esnaf irisi şeklinde genişleyen pazar içindeki payları değerlendirilebilir. Bu türden bir dizi analiz geliştirmek bir boş vakit uğraşısından daha öte ihtiyaçlara cevap verebilecek sorumluluk, devamlılık ve donanım gerektirir diyenler de çıkabilir aramızdan, mümkündür kuşkusuz, ama eldeki malzeme bu.

İkinci kuşağın ağırlık kazanmaya başladığı fotoğraf akademiyası geniş katılımlı bilimsel çalışmalara zemin yaratmak yerine derneklerin düzenlediği sempozyum ve platformlarda sözünü söylerken; derneklerin düzenlediği festival türü etkinlikler, profesyoneller de dahil olmak üzere camianın cümlesine ortam yaratırken; sergi, söyleşi, gösteri, dergi, kitap gibi (bu son ikisini kafiye uysun diye ekledim yoksa dergi ve kitaplar cümlenin devamındaki vurguya dahil değildir, belirtmeliyim) ürünlerin muhatabı olan fotoğraf tüketicisinin aynı zamanda derneklerin tezgahından geçmiş fotoğraf meraklıları olduğunu dikkate alırsak, bu yapıların fotoğraf dünyasındaki önemleri iyice belirginleşir. Ancak “bu önemli konum, önemine uygun biçimde bir vizyona sahip politikalarla ilerlemekte midir, değilse mesele nedir?”. Bu tartışma kuşkusuz derneklerin iç meselesi olmakla birlikte zaman zaman alevlenen ortamlar nedeniyle harı bize kadar erişmekte. Mesele o ki, her toplumsallık gibi, bir yanı hep ergenlikle cebelleşen yapılarda gelişimin önünü açacak dürtüler kimi zaman “dışarıdan” geliyor. Gelebiliyor.

1950’lere uzanan dernek oluşumları 90’larla birlikte yeni bir yapılanmayla karşılaştı. Derneklerin işlevini daha esnek biçimde yerine getiren, seyahat fotoğrafçılığına yoğunlaşarak doğa aktiviteleri ve macera turizmiyle birlikte temel fotoğraf eğitimini de üstlenen şahıs şirketleri doğdu. İstanbul merkezli olmak üzere sayıları hızla artan bu yapılar fotoğrafçılığımızda önemli bir dönemecin kurumları haline geldi. O günlerde ortaya çıkan ilk kuruluş Göçerler, daha sonra birbiri içinden Fotoğrafevi ve Fototrek kurumlarını çıkararak başlangıçtaki tarzı sürdürdü. Günümüzde Fototrek tarafından devam ettirilen bu misyon giderek daha esnekleşen yapılarda izlerini koruyor.

Bundan tam on yıl önce kurulan ve kuruluş sürecinde Fotoğraf Vakfının etkisine doğrudan işaret ederek World Press Photography’nin iki yıl süren Türkiye seminerlerine önem atfeden Nar Photos yeni bir fotoğraf örgütlenmesinin öncülü oldu. Aradan geçen on yıl içinde fotoğrafta “birlikte eyleme” modeli olarak varlığını sürdüren kolektif, benzer oluşumları cesaretlendirdi.

Türkiye’de fotoğrafın örgütlenme tarihi üstüne konuşurken fotoğrafçılığı icat eden kültürel coğrafyadaki benzer sürece küçük bir gönderme yapılabilir:

İkinci Dünya Savaşının arifesinde fotoğraflı dergiler giderek yayılmaktaydı. “Belgesel Fotoğraf” kavramı çeşitli pratiklerle zenginleşiyordu. Bir süre sonra Avrupa’da Magnum’un başı çektiği fotoğraf ajansları öncelikle fotoğrafçıların özlük haklarını korumak için bir araya gelmiş ve o güne kadar hakim olan fotoğraf anlayışıyla birlikte, hak hukuk meselelerinde de radikal değişiklikler yaratan bir dönemi başlatmıştı. İlerleyen matbaa teknolojisine koşut biçimde kameralar gelişiyor, fotografik altyapı o dönemde uyanan bir talebi cevaplayacak koşulları sağlıyordu. Bu talep dünyada olup bitenleri merak eden, savaşın gidişatını öğrenmek isteyen orta sınıf gazete ve dergi okurlarından geliyordu. Haber alma hakkı konusunda uyanan bilinç, sıradan hayatları görünür kılma eğilimiyle bir araya gelince, fotoğraflı hikayeler yepyeni bir habercilik dili olarak ortaya çıktı. Çeşitli ajanslarda ve fotoğraf kolektiflerinde bir araya gelen fotoğrafçılar bu talebi karşılayabilmek için dünyanın bir ucundan diğerine nefes almadan koşturmaya, görsel hikayeler toplamaya başladılar. Foto röportajın bu altın döneminin televizyonla birlikte kapandığını biliyoruz. Mecra ortadan kalkınca olay bitti.

Gün oldu devran döndü, geldik zamanımıza. Yeni liberalizmin yaldızları dökülünce, dünyanın hiç de tarihin sonundaki, ideolojilerin bittiği cennet olmadığı idrak edilmeye başladı. İşte tam bu aşamada bir kez daha dünyanın orasında burasında neler olup bitiyor, insanlar nasıl yaşıyor, nelerle karşılaşıyor, sıradan hayatlar neye benziyor, yeniden bir merak uyandı.

Bu uyanış aynı zamanda dijital çağın yepyeni iletişim mecralarına, sanal âlemin fotoğrafla buluştuğu zamana denk geliyordu. Toplumsal duyarlılığa sahip, sorumluluk hissedebilen, gidişattan hoşnut olmayan, hayatın hallerinden endişeli ve itiraz sahibi fotoğrafçılar, küçük gruplar halinde bir araya gelişlerle yeni yapılar oluşturmaya başladı.

Dünyadaki bu gelişim Gezi İsyanının hemen öncesinde memleket semalarında da belirdi. Gezi’ye yaklaştığımız günlerde ve hemen sonrasında ciddiyetle oluşturulmuş fotoğraf kolektifleri, bağımsız ajanslar kurulmaya başladı. Aynı sıralarda tartışmalı olduğu kadar prestijli sanat kurumlarından İstanbul Modern, bir retrospektif sergi açmaları için Nar Photos’a teklifte bulundu. Bu teklif Nar’ın baştan beri savunduğu editoryal ilkelere ve bağımsız tutuma uygun hale getirilinceye kadar yapılan görüşmelerden sonra, Nar’ın on yılından seçilmiş Türkiye fotoğraflarıyla “Yolda” sergisi açıldı. Kendisini görsel hikâyeler üstünden haberci kimliğiyle tanımlayan Nar Photos’un bu sergisi aynı zamanda fotoğraf tarihimizin ilginç dönemeçlerinden birine denk gelmişti. Hikâyenin devamı önümüzdeki dönemde…

Özcan YURDALAN
Kontrast Sayı 42, Temmuz-Ağustos 2014

Bizi paylaşın..