Necmettin KÜLAHÇI | Söyleşi (18. Sayı)

BİR ANADOLU ÂŞIĞI: NECMETTİN KÜLAHÇI

Necmettin Külahçı, memleketi olan Elazığ’da başladığı fotoğraf serüvenini, okumak için geldiği Ankara’da Şinasi Barutçu ile devam ettirmiş. İstatistik mezunu ama bu mesleği hiç yapmamış. Gelen ziyaretçilerini mütevazı kişiliği ile karşıladığı stüdyosunda, Tanıtım ve Reklam Fotoğrafçılığı yapıyor. Fotoğrafları ve hoş sohbetiyle ağırlıyor beni de. Hem fotoğraf hem doğa konusunda sahip olduğu bir ömürlük donanım ile ailesindeki bireyleri de nasıl etkilediğini konuşma sırasında anlıyorum; doktor olan damadı için “Neyse ki o da hem doğa âşığı, hem de fotoğrafla ilgileniyor” demesiyle çerçeve tamamlanıyor. Deneyimleriyle çevresini beslediği kadar, çevresinden de hâlâ beslendiğini anlıyorsunuz. Geçtiğimiz günlerde Elazığ’da, yeğeninin öncülüğünde, fotoğraf derneği kurmak için ilk girişimlerde bulunulmuş; bununla nasıl gurur duyduğunu, gözlerine baktığınızda anlıyorsunuz. Bilgiyi paylaşmakta çok cömert olan hocamızla yaptığımız keyifli sohbetin ardından, aşağıda sizin de zevkle okuyacağınızı düşündüğüm bu söyleşi çıktı. Varlığı ve fotoğraflarıyla zaman içinde güzel bir yolculuğa davet etmiyor mu?

Usuldendir, sizi tanıyarak başlayabilir miyiz ve fotoğrafta geldiğiniz noktada kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Daha ilkokul öğrencisiyken, tatil dönemlerinde çalışıp meslek öğrenmek için aile büyüklerim tarafından önüme konulan seçenekler; terzilik, berberlik, demircilik meslekleriydi. 1948 yılında, Elazığ’da Fotokar isimli atölyesi olan, rahmetle andığım Emin Kızılkan’ın yanında işe başladım. Fotoğrafçı Emin Bey’in son derece titiz, araştırmacı bir tutumu vardı ve beni karanlık odasından çekimlere kadar her konuda eğitti. Böylece fotoğraf seçeneğini çocukluk yıllarımda yakalamış oldum.

1952 yılında ben de Ankara’ya geldim. Bir müddet Emin Bey’in yanında çalıştım. Ankara’da Şinasi Barutçu ile tanıştım. Şinasi Barutçu ile tanışmam, benim için dönüm noktası oldu.

Barutçu, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı “Öğretici Filmler Merkezi” ni kurdu ve beni yanına aldı. Şinasi Hoca’mla beraberliğimiz yedi yıl sürmüştür. Bu beraberlik benim meslek yaşantımın övünç kaynağıdır.

1958’e kadar MEB Öğretici Filmler Merkezi’nde görev yaptıktan sonra, 1958’de askere gittim. İki yıl askerlik döneminden sonra 1960’da Foto Balin adı altında kendi stüdyomu kurdum. Kurduğum stüdyomda, Ankara’da hiçbir fotoğrafhanenin yapamadığı işleri yaptım. 15×20, 25×30 metre boyutunda S/B fotoğraflar yaptım. Orman Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İş Bankası dahil birçok kurumla çalıştım. 1966’da, profesyonel olarak Ankara’da ilk renkli fotoğrafı ben yaptım zannediyorum. İstanbul Ordu Evi’nin maketinin 50×60 ebatlı fotoğraflarını yaptım. Renkli baskıda bu boyutlar ilkti ve çok ilgi çekmişti.
O dönemlerde bu baskılarımla çok takdir toplamıştım. Ticari olarak birçok mimar ve mühendisin maket, inşaat, ürün vs. çekimlerini yapma fırsatım oldu. Hem profesyonel hem de amatör ruhumla fotoğraf, hayatımın her evresinde hâlâ var ve hâlâ çalışmaya devam ediyorum…

Kendimi kısaca bir fotoğraf tutkunu, bir doğacı olarak tanımlayabilirim… Aslında, Anadolu âşığıyım…
En gidilmez köşelerine gidebilmek için yıllardır bu cennet yurdu dolaşıyorum… Dolaşmaya da devam edeceğim…

Aynı zamanda Türkiye’nin etkin doğa derneklerinden olan DASK’ın kurucu üyesisiniz. Uzun yıllar fotoğrafla ilgileniyor olmanız nedeniyle bir tarzınız var dersek, Necmettin Külahçı için bir doğa fotoğrafçısı diyebilir miyiz?

İlk olarak Değerli hocam Şinasi Barutçu’dan bahsetmek isterim; onun “doğa”ya olan tutkusunu biraz açmakta yarar görmekteyim. 1940’larda, Anadolu’yu bisikletle dolaştığını ve ülkemizin doğasının, kültürünün çok farklı olduğunu, başka hiçbir ülkede bu doğal güzelliklerin bulunmadığını anlatırdı. İşte, Anadolu’yu keşfetme ve doğa tutkusu, öncelikle hocamın bana mirasıdır. Onunla ilk olarak Cilo Sat Dağları’na gitmekle, doğayı ve Anadolu kültürünü, insanını tanıma fırsatı buldum ve yaşantıma koydum. Sonraki yıllarda, 1986 yılında Ziraat Fakültesi öğretim üyesi olan Yücel Aşkın’la tanıştım… Dağcılık, mağaracılık ve diğer doğa sporları ile uğraşan değerli dostum Aşkın’la birlikte bir grup doğasever 1989 yılında DASK’ı (Doğa Araştırmaları Sporları ve Kurtarma Derneği) kurduk.

DASK o günlerde yaptığı çalışmalarla doğa ve doğa sporlarına ilgi duyulmasını sağladı. Doğa tanıma gezileri, Köprülü Kanyon geçişi, TRT ile yapılan belgeseller, sergiler, saydam gösterileri; ilgiyi doğa ve doğa sporlarına çekti. Anadolu’nun belgelenmesini amaçlayan DOGAY (Doğada Görüntü Avcılığı Yarışması), fotosafarinin ilk örneğini DASK DOGAY’da gerçekleştirdi. Bunun yanı sıra ADAM (Anadolu Dağ Maratonu) ile de eğitici bir etkinlik yaparak, doğa sporcularının ve gençlerin doğada yön bulma becerilerini geliştirecek bir ilke daha imza attı. Birçok gönüllü üyemizle birlikte her yıl bu iki etkinliği yapabilmek için canla başla çalışıyoruz.

Evet, fotoğrafın her dalında çalışmayı seviyorum ama öncelikle doğa fotoğrafçısıyım…

Ne yazık ki dünya ile paralel giden ve örtüşen bir fotoğrafçılıktan, özellikle günümüz Türkiye’si için, söz etmek mümkün değil. Yıllarınızı fotoğrafçılığa adamış bir yetkin olarak, günümüz dünya ve Türkiye fotoğrafçılığı için neler düşünüyorsunuz?

Benim bilgisayar teknolojisi ile tanışmam ve bunu yaşantıma koymam epeyce zor oldu tabii… Şimdilerde, dünyada neler oluyor, kim ne yapmış, sergiler, yazılar, artık bir tuşla elinizin altında… Önceleri, örneğin bir Ansel Adams’ın kitabını elde edebilmek için elli yere sipariş vererek getirtmek ve görebilmek bizi zorluyordu. Gazetede bir fotoğrafı görmek, hatta onları kesip saklamak, “işte fotoğraf böyle çekilir” demek, dünyayı ve yapılanları görmek ancak bu şekilde mümkün oluyordu…

Bu anlamda dünyada olup bitenleri yeni yeni takip edebiliyorum. Şu anda yeni kuşak çok şanslı; kendilerini geliştirme şansları ve inanılmaz olanakları var. Ben çok da geri kaldığımızı düşünmüyorum. Şimdilerde inanılmaz güzel çalışmalar ve projelere imza atan bir nesil görüyorum. Tabii daha çok yayınlaşarak ve sergilerle bizim neler yaptığımızı da dünyaya anlatmalı…

Şu an kullandığınız makine nedir? 60 yılınızı bu işe vermiş birisi olarak sehpalı makinelerle bu işe başladığınız anlaşılıyor. Teknoloji bugün bambaşka bir noktada. Bu nimetlerden ne kadar faydalanıyorsunuz?

Ben iki yıl öncesine kadar saydam film çekmeye devam ediyordum. Hâlâ özlem içindeyim ama teknoloji bizi de kendine uydurdu. Tabii inanılmaz kolaylıklar sunduğu da bir gerçek. Ânında fotoğrafınızı görebilmek büyük nimet. Şimdi Nikon D200 ve Nikon D300 kullanıyorum. Gel gör ki, makineyi de yeni yeni öğrendim. Sadece enstantene ve diyafram ayarı yok artık. Menüden elli tane ayar yapıp çekme işini hâlâ yapamıyorum. Yani slayt çeker gibi çekmeye çalışıyorum. Hâlâ slaytın verdiği keyfi ne yazık bulabildiğim söylenemez. Artık Photoshop bilgisi vs. de gündeme gelince biraz zorlanıyorum tabii ki…

Fotoğraf yolculuğunuzun başında hedeflediğiniz noktalara bu gün ulaşmış olduğunuzu düşünüyor musunuz ve bundan sonra yapmak istedikleriniz neler?

Hedeflediğim noktada tabii ki değilim. Böyle bir sanatın içinde olup, değişimleri görüp, daha iyisi için çalışmak zaten hedefinizi hep yukarı çeker. Bence hedeflediğim yerdeyim demek, insanı gelişmekten de alıkoyar. Bundan sonra fotoğraflarımı yayın hâline getirmek ve yeni yeni projeler için yine çalışmak isterim.


“İyi fotoğrafçı, doğaya ve çevresine saygılıdır. Doğada ise, yok etme pahasına fotoğraf çekmez. Çektiği yaşam ise, insanlarla iLetişimi iyidir; karşısındakini rencide etme pahasına fotoğraf çekmez. Öncelikle dostluk kurmayı ve çektiği karenin sadece bir obje olmadığını düşünür.”

&

“Sanatçı siyasidir ve bir duruşu vardır. Bu ülkede, her tür yıkıma, olumsuzluğa, yaptıklarınızla başkaldırmanız beklenir. Belgeleme yapmak, zaten başlı başına bir siyasi duruştur. Ben geçmişten günümüze 60 yıldır, doğanın yok olmasına ve her tür yıkıma, plansızlıklara ve bu güzelim ülkenin yanlış siyasetçileri ile gün geçtikçe daha çok güzelliklerini, kültürünü kaybetmesİne tanık oldum. Doğayı, kültürü yok etmek, siyasi bir olaydır.”

Fotoğraf ve siyaset konusundaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Sanatçı siyasidir ve bir duruşu vardır. Bu ülkede, her tür yıkıma, olumsuzluğa, yaptıklarınızla başkaldırmanız beklenir. Belgeleme yapmak, zaten başlı başına bir siyasi duruştur. Ben geçmişten günümüze 60 yıldır, doğanın yok olmasına ve her tür yıkıma, plansızlıklara ve bu güzelim ülkenin yanlış siyasetçileri ile gün geçtikçe daha çok güzelliklerini, kültürünü kaybetmesine tanık oldum. Doğayı, kültürü yok etmek, siyasi bir olaydır. Anadolu’yu hâlâ dolaşıyorum; köylü artık ne yapacağını bilmez hâlde, tarım yok olma noktasında… Artık köylerde genç kalmamış. Gençler kendi topraklarında değil, şehirlerde, ezilmiş, eğitimsiz ve kentliliğe özenir hâlde… Çarpık kentleşme, arazilerin bir sürü yandaşa peşkeş çekilmesi sayesinde ormanlarımızı, göllerimizi, bir dolu endemik habitatı da kaybeder olduk. Erozyon ve doğanın yıkımı hat safhada… İşte bunları geçmişten günümüze fotoğraflayıp, “önceden böyleydi, bak şimdi ne hâlde” demek içimi sızlatıyor. Yıllar önce gördüğüm bir güzelliğin yok olmasını görmek beni kahreder oldu. Bu zengin doğa – insan – kültür mozaiğinin, birlikte daha güzele gitmesi gerekirken, yanlış siyaset ve siyasetçiler yüzünden bugün çocuklarımıza ancak fotoğraflarını bırakır olduk…

Bir dönem belgesel de çalışmışsınız; o dönem ve belgesel fotoğraf konusundaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Anadolu’yu dolaşırken, sadece doğa fotoğrafı çekmedim tabii ki… Gidilen yerin halkıyla sohbet etmek, kültürlerini öğrenmek ve bunları fotoğraflamak da doğanın bir parçası bence. Öyle zengin bir coğrafyadayız ki belgesel fotoğraf çekmek, her fotoğrafçının yapması gereken bir şey. Hele günümüzde fotoğraf derneklerinin belgesel atölyelerinin çoğalması ve proje bazlı çalışmaları, bana fotoğraf adına inanılmaz keyif ve umut vermekte.

Dijital dönemle birlikte, “Dijital Sanat” başlığı altında, fotoğraflar photoshop’la yeniden yaratılıyor; yani fotoğraf bilgisayarla yapılıyor. Bu çalışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Önceleri bunu anlamakta güçlük çekiyordum ve “Bu fotoğraf mı, nedir?” diye sorgulayıp durdum. Şimdi yapılan çalışmalara bakıyorum; hepsi için değil ama yeniden bir şey yaratan, bir anlamı ve düşünceyi veren, sorgulatan çalışmaları beğeniyorum. Tabii buna fotoğraf diyebilir miyiz, bu benim için hâlâ tartışılır. Ama bu tür çalışmaların güzel örneklerini görünce de “Helal olsun; güzel düşünüp yapmış.” diyorum.

Bu doğrultuda fotoğrafın tanımının zamanla değiştiğini ve değişeceğini söyleyebilir miyiz?

Fotoğrafın tanımı aslında açık ve bence değişmez ama bu tür çalışmalara ne denir onu bilmiyorum. Ben hâlâ buna fotoğraf diyemiyorum. Olmaz, bu fotoğrafta yapılamaz da demiyorum. Sadece tanımları, terminolojileri farklı olmalı bence.

Fotoğraf yarışmalarına bakış açınızı öğrenebilir miyiz?

Son yıllarda çok sayıda fotoğraf yarışması olmaya başladı. Bir kısmına jüri üyesi olarak da katıldım. Bence yarışmalar da fotoğrafı ve fotoğrafçıyı geliştiren bir etkinlik. Ama bunun amacı, ne için yapıldığı çok önemli… İnsanlar fotoğraf üretiyor ve bunu bir takım insanların beğenilerine sunuyor. Seçilen fotoğrafların kalitesi, iyiyi kötüden ayırıyor. Bu da aslında fotoğrafçıyı geliştiriyor.

Bir fotoğrafta olmazsa olmazlar sizin için nedir?

Tabii ki öncelik kompozisyonu diyebilirim. Işık ölçümü ve pozlanması da önemli tabii ama en önemlisi, fotoğrafın bir şey anlatmasıdır. Doğa ise çektiğiniz kare, içinde olmayı istetecek kadar güzel olmalı; belgesel ise, fotoğraf size o duyguyu tam anlatmalı. Aslında çok zor bir soru; her farklı fotoğrafın olmazsa olmazları vardır.

İyi ve kötü fotoğrafı nasıl tanımlarsınız?

İyi fotoğraf akılda kalır; o kare hep gözünüzün önündedir. Kötü fotoğrafı anımsamazsınız bile…

Peki, iyi bir fotoğrafçı nasıl olmalıdır?

İyi fotoğrafçı, doğaya ve çevresine saygılıdır. Doğada ise, yok etme pahasına fotoğraf çekmez. Çektiği yaşam ise, insanlarla iletişimi iyidir; karşısındakini rencide etme pahasına fotoğraf çekmez. Öncelikle dostluk kurmayı ve çektiği karenin sadece bir obje olmadığını düşünür. İyi fotoğrafçı, başkası tarafından yapılan çalışmaları yermez; eleştirisi yapıcı olmalıdır, örnek olmalıdır. Çevresindekileri bu sanata teşvik etmelidir. Daha daha sayabileceğim onlarca özellik vardır tabii ki… İyi fotoğrafçı, önce çevresi için iyi ve yararlı olmalıdır diyebilirim…


Röportaj: Kamuran Feyzioğlu
Fotoğraflar: Necmettin Külahçı

Kontrast Sayı 18, Temmuz-Ağustos 2010

Bizi paylaşın..