Eda ÇALIŞKAN | Sinema Alfabesi (35. Sayı)

Biz bu işi çok hafife mi alıyoruz??? Yoksa çok ciddiye mi???

Nedir sinema eğitimi? Kapsama alanı nedir? Nedir sınırları? Film çekmek için ne kadarını öğrenmek gerekir?? Ya ödül için?? Festival mi amacımız, kriterlerimiz nerelerde acaba… Peki, eğitim almadan sinema yapamaz mıyım?

Yorulmayın… Anlatayım ben size.
Biziz aslında sınırları belirleyen. Her sinemacının kendisinden başkası değil. Ne kadar beslenmek isterseniz…

Bu sorular sinemaya gönül veren ve üretim aşamasına nasıl dâhil olacağını bilemeyen her amatör ruhun kafasında dolaşır. Şüphesiz her alanda olduğu gibi sinemanın da, sinema yapmanın da bir emekleme aşaması vardır. Fotoğraf için de geçerli olan altın kural ; “Ne kadar çok görürsen, o kadar çeşitli üretebilirsin.” şüphesiz sinema için de geçerliliğini koruyor. Bu anlamda yapılan işleri iyi takip etmek ama ederken de aslında doğru taktiklerin peşinde olmak önemli. Çeşitli yönetmen takibi, farklı bakış açılarını yakalamak adına, aynı yönetmenlerin değişik filmlerini takip etmek, tarz yaratan yönetmenlerin çalışma stilini anlamada yardımcı yaklaşımlar olacaktır.

Öncelikle çok iyi özümsenmesi ve üzerinde hassasiyetle durulması gereken konu, alışılmışın dışında, kimi yönetmenin oyuncak gözüyle gördüğü bir takım elementlerle hikaye anlatabilme zorunluluğudur. “Sinema Dili” bu işe yeni başlayanlar için yepyeni bir anlatım dilidir. Nasıl ki yabancı bir dil konuşabilmek ve bu milliyetten insanlarla anlaşabilmek için bu dili öğrenmemiz gerekiyorsa sinema için de durum çok farklı sayılmaz aslında. Tek fark burada ki dil öğelerinin biraz daha heyecan verici olmasıdır.

Peki nedir bu öğeler, biz sinema kanalıyla anlaşmak istersek, sinema dilinde bir hikaye anlatmak istersek, konuşacağımız dil araçları nelerdir? Işık, müzik, ses tasarımı, kamera, kurgu, kostümler, dekorlar, yaratılmış platolar, oyuncular, figüranlar…. kısacası hepsi. Evet hepsinin yerli yerinde, zamanında, uygun dozlarda kullanımı seyirciye gidecek olan mesajların kodlarını birleştirip bir bütün lezzet olarak sunmamızı sağlamaya yarayacaktır. Öyleyse öğrenilmesi gereken alfabe bellidir! Sinema dilini konuşmak, anlamak ve bu dilde anlatmak isteyen herkesin öğrenmesi gereken alfabe aynıdır. İşte burada esas soru karşımıza çıkıyor, peki nereden öğrenilmeli bu alfabe, okulunda mı, setlerde mi? ?

Bu konuda çok farklı görüşler var şüphesiz. Yıllardır okullu yönetmenlerin, okul yönünde oy kullanması ve alaylı yönetmelerin de setlerden yana olması tartışmaların hızını yavaşlatmasa da, konuyu ne ileri, nede geri hareket ettirememiştir. Mesele bana göre şudur; elbette okullu olmak her alanda olduğu gibi sinemada da çok kıymetlidir ancak iyi bir eğitim almadı diye kişi yetenekleri ve kişisel gelişimi ile üzerinde çok konuşulası işler yapamaz demek de değildir. Ancak şu bir gerçektir ki; eğitim, işleri kolaylaştıran ve dahası, hızlandıran bir unsurdur. Birçok teknik detaya boğulmadan, bazı konulara daha kolay ve daha sistematik yaklaşabilme yeteneği kazandırmasının yanı sıra öğrenme ve pratik yapma aşamasında okullu sinemacıların alaylılara göre bir miktar daha şanslı olduğunu söylemek gerekir.

Sinemada başarı, alaylı olmaktan mı yoksa mektepli olmaktan mı geçiyor sorusu yıllardır tam olarak cevap bulamamış haliyle dillerde dolaşmaya devam ededursun. Aslında sadece sinema mı, hayır. Elbette aynı tartışma bir çok sanat dalının icrasında da karşımıza çıkmıyor değil. Tiyatro, müzik, resim, sinema oyunculuğu vb. Bugün Türk Sinemasına emek vermiş olan Ahmet Uluçay ve halen emek vermeğe devam eden Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan gibi yönetmenler Türk Sinemasına kendilerini kanıtlamış alaylı sinema yönetmenleridir. Burada fotoğrafçılık geçmişlerine değinmekte yarar görüyorum, zira fotografik bakış açısı sinemanın da temelidir. Görüntü yönetmenlerinin fotoğraf bilgisi ne kadar fazlaysa sinemada anlam yaratma aşamasına katkıları o denli tatlıdır. Sinema bir sanattır, yapmak isteyen insanlar için okullu, okullu değil ayrımı kanımca doğru değildir.

İçinizdeki sinemaya dur demeyin!
Bol ışıklı, sinemayla dolu günlere….
Sevgiyle kalın….

Eda ÇALIŞKAN

Kontrast Sayı 35, Mayıs-Haziran 2013

Bizi paylaşın..