Cengiz ENGİN | Fotoğraf Üzerine – Görsel Anlam Denemeleri (31. Sayı)

Görsel Anlam Denemeleri

Fotoğrafın anlamlandırma ve yorumlama süreci; fotografik görüntünün kendisinden yola çıkarak, fotoğrafçının sözel olarak vermediği-veremeyeceği-vermek istemediği (dolayısıyla görselleştirerek aktardığı) bir duyguya-olaya-mesaja ilişkin izleyicinin tahminlerini, kendi alımladığı duygular eşliğinde, sözel-metinsel olarak ortaya koymayı niyet eder nihayetinde.

Bir görüntüyü çözümlerken (anlamaya çalışırken) en etkili yöntemin; o görüntüye neden maruz kaldığıma (fotoğrafçının o fotoğrafı neden çektiğine ve paylaştığına; neden o ânı-o kadrajı-o nesneleri önemli bulduğuna) ilişkin yorumlar yapmak (görüntüdeki ipuçlarını kullanarak fotoğrafçı ile empati kurma çabası) olduğuna inanırım. Fotoğrafçı ile kurmaya çalıştığım empati ilk elden görsel içerikten besleneceği için, fotoğrafa yükleyeceğim anlamların ve yapacağım yorumların da fotografik görüntünün kendisi ile mümkün olduğu kadar tutarlı olacağını düşünürüm. Zira anlamsal çözümleme, görüntü ile tutarlı olduğu sürece geçerlidir.

Fotoğrafçının kendi fotoğraflarını çözümleme çabası ise, temelde sonuç görüntünün kendisinden ziyade fotoğrafçının kökendeki niyetinden veya sahip olduğunu sandığı dürtülerden şekilleneceği için, bu çerçevede maruz kaldığımız sonuç görüntüyle doğrudan tutarlı ol/a/mama gibi bir risk de taşımaktadır aslında. Hatta fotoğrafçının aktarmaya niyetlendiği duygu-olay ya da mesajı zaten sözel yolla değil de görselleştirerek aktarmayı tercih etmiş olması nedeniyle; kendi çektiği fotoğrafı sözel olarak yorumlamasının görüntünün var olan etkisini zayıflatma ihtimali taşıdığını da düşünürüm doğrusu. Bu nedenle, burada sunduğum kendime ait iki adet fotoğrafı yorumlamaya soyunurken, çekim-sunum aşamalarında duyduğumu sandığım kaygılardan da mümkün olduğunca arınmaya çalışarak, fotoğrafın görsel içeriklerini analizin temel girdisi olarak ele almaya gayret gösterdim.

Sonsuz

20 yıla yakın bir süredir görüntüye hariçten giren sahibi belirsiz bir kolun, yine belirsizlik içeren bir yere doğru uzandığı bir imgenin peşinde koşuyorum. Periyodik olarak bu görüntüyü fotoğraflamaya çalışırım fırsat buldukça. Hastalık derecesinde saplantılı bir durum açıkçası. Toplam sayısını bilmiyorum ama içlerinden 5-6 kadarını daha bir beğenirim, hedeflediğim imgeye daha yakın olduklarından; ya da peşinde koştuğum imgeye yeni boyutlar ve anlamlar katarak çoğaldıkları için. Burada sunduğum fotoğraf bunlardan bir tanesi.

Havuz ya da kuyuya benzer, tam olarak anlaşılması zor, koyu siyah bir ‘boşluk’ var fotoğrafın ortasında. Görüntünün sağ tarafından kimliği belirsiz bir kişi kolunu bu siyah boşluğa doğru uzatmış. Biraz mesafeli, tedirgin olduğu hissini verecek kadar; ama aynı zamanda meraklı. Fotoğraf tüm unsurlarıyla yeterince ‘gizemli’.

Arka fonda yer alan taş duvar ve üzerini kaplayan sarmaşık yaprakları ürkütücü bir doku oluşturuyor. Fotoğrafın siyah-beyaz yapısı ve yüksek kontrastlı tonları, bu etkiyi güçlendirmeye yardımcı oluyor. Fotoğrafın dik kadraj sunumu siyah boşluğun aşağıya doğru uzayan derinlik etkisine katkı yapıyor; bu sonsuz derinlik etkisi ve ürkütücü arka fon sayesinde; ona doğru uzanan elin tedirgin duruşunu yadırgamıyoruz.

Görüntünün siyah-beyaz olması, yüksek kontrastlığı, kimliksiz bir figürün varlığı, siyah boşluğun ilk elden tanımlanamayan yapısı; kısaca hem teknik unsurları hem de içerikteki zaman-mekân ve kimliğin anonimleştirilmiş olması nedeniyle; bu fotoğrafın gerçekliğe ilişkin hiçbir kaygısı olmadığını açıkça söyleyebiliriz. Bu nedenle fotoğrafın görsel düz anlamı bize yetmez oluyor. Bu fotoğraf sadece ‘siyah boşluğa uzanan bir el’ fotoğrafından ötesidir; nitekim görüntü, ima ettiği mesajın deşifre edilmesini beklemektedir.

Bilinmeyen, gizemli olan; ürkütücüdür, korkutur. Ama gizemli olduğu ölçüde de merak uyandırır. Dokunmak; anlamak, tanımak için yapılan bir eylemdir çoğu zaman. Siyah; tüm renkleri yutar, aynı derin bir kuyu gibi. Karanlık; ürkütücüdür, kötülüğü ve uğursuzluğu temsil ettiği düşünülür. Yüksek bir duvar; bir yolun, bir mekânın sonunu (sınırını) belirler. Derin bir kuyu ise dipsiz göründüğü ölçüde neredeyse sonsuzdur bizim için.

Yolun sonundaki, sonsuzluğa giden ürkütücü bilinmezlik… Bu kuyu ‘ölüm’ün bir metaforu gibidir adeta.

Kuyuya uzanan kol tamamen çıplak olsaydı, ölüme yaklaşan bir kişiyi temsil ettiği yorumu yapılabilirdi. Ancak uzanan koldaki kumaş giysi, kişinin dünya hayatına devam etmekte olduğu fikrini uyandırmaktadır.

‘Ölüm’e dokunmak için uzanan tedirgin meraklı kol; ölümden korkan, ama ona olan merakı bitmeyen, hayatının bir yanında sürekli onu düşünen, onu anlamaya çalışan insanoğlunu temsil etmektedir belli ki.

Fotoğrafın, “ölüm’ü anlamaya çalışma”nın görsel bir anlatımı olduğunu söylemek mümkündür artık… Ta ki, fotoğraftaki göstergelere farklı anlamlar yükleyen başka bir yorum yapılana kadar.

Kül Tablası

Bir oda penceresinin önünde, dış mekân atmosferi görüntüye hakim olacak yüksek bir açıyla pencere pervazında duran bir kül tablasına bakıyoruz. Fotoğrafın ana ilgi odağı; içinde söndürülmüş tek bir izmarit olan ucuz, sıradan bir metal kültablası. Kültablası orada olmasaydı, bu fotoğraf çekilmezdi kuşkusuz. Ancak fotoğrafın ilham kaynağı şüphesiz ki kül tablasının biçimsel – estetik unsurları değil. Fotoğrafta daha çok, metonimik unsurların ağır bastığı; fotoğrafın gösterdiği detayların dışına taşan bir hikâyeye ait ipuçları ve buna bağlı duygular aktarılmakta. Zaten oldum olası salt biçime odaklı görüntüler yerine görüntülerde saklı olan (görüntülerin tetiklediği) hikâyeler peşinde koşmuşumdur. Bu hikâyenin merkezinde, fotoğrafın görsel ağırlığını da oluşturan kül tablası ve izmarit var; genel duyguları ve olay örgüsünü şekillendiren diğer detaylar ise birbirleriyle ve kül tablasıyla alışveriş içerisinde:

Kül tablasında söndürülmüş sadece tek bir izmarit var, ancak daha önceden tablanın kullanılmışlığına ilişkin tablaya yapışmış bir kül tabakası eşlik ediyor bu izmarite; temizlenmesi için pek de bir kaygı duyulmadığı söylenebilir rahatlıkla; biriken izmaritlerin çöpe dökülmesi yeterli gelmiş muhtemelen. Bu kirli kül tablasındaki sönmüş tek izmaritin pencere önünde bulunması, daha önceden defalarca sigara içmiş bir kişinin, bu fotoğraf çekilmeden bir süre önce pencereden bakarak sigara içmiş olduğunun açık bir belirtisidir. Tek izmarit, bir kişinin varlığını temsil ediyor; bu da fotoğraftaki (gizli) öznenin yalnızlığına dair bir his oluşturmaktadır.

Tiryakiliği bir kenara atacak olursak; sigara içmeye dair toplumdaki başat inanışlardan bir tanesi sıkıntı dağıtmak için sigara yakmaktır. Fotoğraftaki özne, pek muhtemeldir ki, mevcut sıkıntılarını gidermek amacıyla sigara tüketmektedir.

Pencere doğramaları boyasız ve bakımsız; camlar kirli. Sağ alt köşede bir yastık-nevresim, bu odanın yatmak için kullanıldığını belli etmeye yetecek şekilde kısmen girmiş görüntüye. Fotoğrafı düzlemsel açıdan ön ve arka bölüm olarak ikiye ayıran pencere; dış mekân – iç mekân algısı oluşturan ve fotoğrafta düzlemsel bir perspektif yaratan temel görsel eleman. Pencere ve yatak, ‘oda’ kavramını temsil etmeye yetmiş de artmış bile. Pencereden görülen manzara, bakımsız yoksul binalarla çevrili; muhtemelen varoştayız. Varoş : kırsal kökenli düşük gelirlinin büyük şehirde barınma – var olma mücadelesi. Dış mekânın belirgin yoksulluğuna ve odaya sinmiş her türlü yoksunluğuna karşın; kişiye ait bu oda; barınmaya dair güven ve huzurun da teminatıdır nihayetinde.

İçeriye giren yatay ışık pencere önündeki kültablasına ve yatağın üzerine kadar ulaşıyor. Muhtemelen sabah saatleri. Yatak toplanmış. Pencere önündeki izmarit muhtemelen sabahın erken saatlerinde kahvaltıdan önce, belki de kahvaltı niyetine, işe gitmek üzere odayı terketmeden hemen önce içilmiş. Belki de uykusuz bir gecenin ardından güneşin doğuşu seyredilirken. Bu güneşli, aydınlık güne tanık eden uyanış; içerikteki baskın yoksulluk duygusuna tezat, fotoğrafa olumlu bir dokunuş katmakta. Fotoğrafa hakim olan gizli pozitif duygu, sadece güneşli günün hissettirdiği umut duygusu değil aslında. İzleyicinin özdeşleştiği oda sahibi (özne) ayakta durmaktadır. Ayakta durmak, fiziksel bir eylemi tanımlamanın yanı sıra; mecazi anlamda koşullara karşı koymayı, dirençli olmayı, hareket etme potansiyeli taşımayı temsil eder. Ayakta duran ve yüksekteki oda penceresinden yoksul dış mekana bakan oda sahibinin, zorlu yaşam koşullarına direnç göstermekte olduğuna ilişkin pozitif bir metin de okunabilir bu görüntünün satır aralarında.

Buna rağmen, yazıktır ki; öznenin pencereden gördüğü bir ufuk yoktur. Dış mekânda çevresini saran yoksulluk katmanı tarafından kapana sıkışmış, ufkunu görmesi bile handiyse engellenmiş haldedir. Öznenin kaçınılmaz yazgısı, bulunduğu çevreye tinsel açıdan yabancılaşmaktan başka bir şey değildir. Seçilen objektifin odak uzunluğu ve kameranın konumu nedeniyle; izleyen (gözlemci) konumda değiliz; odada pencere önünde bizzat duran kişiyiz. İzleyici bu bakış açısından; oda sahibi ile özdeşleşmiş, konuya dahil edilmiştir. Özne ile özdeşleşen izleyici için kendi gerçekliğiyle ve sahip olduğu yaşantısıyla hesaplaşabilecek bir bakış açısı sunulmuştur.

Fotoğrafın kurmaca olduğuna dair herhangi bir ipucu (veya şüphe) bulunmuyor. Gerçeklikten çalınmış bu görüntünün; aynı zamanda aktarmakta olduğu duygular nedeniyle, hem gerçekçi hem de anlatımcı bir yapısı olduğu söylenebilir. Bu nedenle bu fotoğrafta altıçizili bir anafikir veya ilave metaforik anlamlar, mesajlar aramak da doğru olmaz açıkçası. Bu fotoğrafta sözkonusu olan; daha çok bahsi geçen duygulara dair bir görsel aktarım ve iletişim kurma çabasıdır. Ötesi, (benim için) zorlama bir yorum katma olacaktır.

Cengiz ENGİN

[email protected]

Kontrast Sayı 31, Eylül-Ekim 2012

Bizi paylaşın..