Ahmet Selim SABUNCU | Söyleşi (24. Sayı)

İĞNE DELİĞİ FOTOĞRAF DENİNCE: AHMET SELİM SABUNCU

Türkiye’de iğne deliği fotoğraflarından bahsedilince ilk akla gelen isim. Aslında, o bir fizikçi. Sanatla ilgisi de önce resim ile başlıyor, 1982-1987 yılları arasında Akgün Büyükişleyen’den resim dersleri alıyor. Fotoğrafla 1980 yılında tanışıyor, 1982 ’de AFSAD’a gelişi ile birlikte fotoğrafa daha yoğun eğiliyor. FSK’nin kurucularından. 1987’de TRT’de fotoğrafçı olarak çalışmaya başlıyor. 30 yıllık fotoğraf geçmişinin içinde televizyon, sinema ve tanıtım projeleri büyük yer kaplıyor. İğne deliği fotoğrafları ile isminin bir araya gelişinin hikayesini bulacağınız bu söyleşide, Ahmet Selim Sabuncu’nun fotoğraf geçmişine de kısa bir yolculuk yapacağız.

Sizinle ilgili fotoğraflar hep iğne deliği üzerine. Başka fotoğraflar çekmeyi de düşünüyor musunuz?

Şimdi anlatacağım şeylere fotoğraftaki yeni isimler, gençler ‘ya, bu adam ne diyor ki?’ demesinler diye baştan bir açıklama yapıyorum. Bu olayların olduğu dönemlerde internet ve dijital fotoğraf yoktu…

Fotoğraf maceram 1980’de başladı ve iğne deliği fotoğraflarına gelene kadar farklı tekniklerle sergiler açtım. Ahmet Öner Gezgin ve rahmetli Şahin Kaygun ile neredeyse aynı dönemlerde, resim ve fotoğrafın içiçe geçtiği ürünlerle sergiler açtık. O dönemde boyama fotoğraflar çok ilgi çekti. Ancak, beraberinde pek çok soruyu (saldırıyı) beraberinde getirdi. Yaptıklarımın fotoğraf olmadığından tutun da, fotoğraflardaki hatalı yerleri kapatmak için fotoğrafları boyadığım bile söylendi. Ama gene kimse, fotoğraflarımı neden boyadığımı sormadı. Uzunca bir zaman boyalı fotoğraflar yaptım. O dönemlerde AFSAD içinde 6-7 kişilik bir çalışma grubu oluşturmuştuk. Şimdinin atölyeleri… Hem kendimiz, hem de birlikte çalışıp ürettiğimiz insanlarla bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Fotoğrafları tasarlıyor, uygun mekanlar bulup anlamlar yaratmaya çalışıyorduk. O dönemde pek destek gördüğümüz söylenemezdi. Hatta bize hoş gözle bakılmazdı. Doğrudan fotoğraftı gerçek olan ve fotoğraf olan… Benim yaptıklarımın ise fotoğraf ile ilgisi yoktu! Hep anlatmaya çalışmıştım: ‘Önemli olan üretmek ve düşünceleri ifade etmek’ diye. Kullandığın yolun ne olduğunun bir önemi yoktu. Benim dilim buydu: ‘Teknikleri istediğim gibi kullanır ve ürün ortaya çıkarırım. Herkes de bundan istediği anlamı çıkarır.’

Bugün hâlâ boyalı fotoğraflar devam ediyor. Sadece bir farkla, artık bilgisayar ortamında boyuyorum. Aynı tadı alıyor musun dersen, kocaman bir ‘hayır’. Elle boyamada teklik vardı. Fotoğrafın çoğaltılabilir yapısını bozuyor ve ona yeni boyutlar katıyordu. Elleriniz boya içinde kalıyordu. Şimdi ise ne fare kirleniyor, ne de ekrandaki görüntü boyanıyor!

İğne deliği fotoğraf tekniğine nasıl başladığıma gelince: Cumhuriyet’in 75. Yılı kapsamında hazırladığım bir proje için iğne deliği fotoğraf tekniğinin uygun bir teknik olduğuna inandım. Proje için çektiğim ve çekeceğim fotoğraflara yeterince destek bulamadığım için İş Sanat’ta açacağım serginin yapısını “iğne deliği”ne dönüştürdüm. Boyalı fotoğraflardaki müdahaleler, iğne deliği fotoğraflarında tamamen müdahalesizliğe dönüştü. Fotoğrafları olduğu gibi basıp sunmaya başladım. Hatta o dönemlerde taramalar yetersiz kaldığı için kontak baskı yapıp sergiledim. O günden bugüne çoğunlukla iğne deliği fotoğrafı çektim. Biraz da, iğne deliği fotoğrafı üstüme yapıştı. O kadar ki, başka fotoğrafım yokmuşçasına… Hatta efsaneler üretilip, benim fotoğraf makinem olmadığı için iğne deliği çektiğime kadar dedikodular yayıldı. Tabii ki, dedikodular gerçek sanıldı. Ve gene, “neden iğne deliği fotoğrafı çekiyorsun” yerine, “bunu marifet mi sanıyorsun”dan tutun da, “bu tekniği ben öğrettim” diyenine kadar çıktı. Her zaman olduğu gibi bu işin de popülaritesine (?) kapılarak makinesi olmayanlara fotoğraf öğretiyoruz eğitimleri başladı. Çünkü nedenler ve niçinler yoktu, “nasıl yaptın”lar vardı. Ve mutlaka biri sana öğretmiştir, hadi itiraf et. Kim o?…

Bir dönem, fotoğraflarımda nasıl daha fazla detay elde edebilirim diye düşünmeye başladım. Aşırı net ve fazla kontrast fotoğraflar… Nasıl oluyor da oluyor diye aylarca düşündüm. Mantık basitti: Film büyük olursa detaylar daha net ve keskin olurdu. Benim o zaman bir Rolleiflex’im vardı. Sonuçta 6×6… Bir İstanbul seyahati öncesinde aklıma geldi. Büyük bir film ve makine bulmuştum. Film A4 kağıt, makine de Xerox’du. İşyerine gidip fotokopi makinesine kafamı koyup düğmeye bastım. Çıkan sonuç tam istediğim gibiydi. Kağıdı çantama atıp İstanbul’a gittim. Birkaç kişi dışında kimseye söyleyemedim. Ama o dönem epeyce radyasyon aldım. Fotokopi makinesinde fotoğraf çekilir mi diye yeni bir saldırı dalgası başlayabilirdi. Ya da bu yazıdan sonra güzel bir ilimizde seminerler verilip, fotoğraf makinesi olmayan fotokopicilerin İstanbul’un güzide galerilerinde açtığı sergileri görebiliriz.

Tuğrul Çakar bir yazısında şöyle diyor; “Fotoğraflarınızla söyleyecek bir şeyiniz var mı? Yoksa neden fotoğraf çekiyorsunuz?” Siz neden fotoğraf çekiyorsunuz? Ne anlatmak istiyorsunuz?

Fotoğraf ile ilgili düşünceler zamanla değişime uğrayabiliyor. Eskiden kurgu fotoğrafın gücüne inanırdım. Galiba, şimdi ben de eski kafalı oldum. Belge fotoğrafına inancım daha arttı. Bu değişimdeki temel suçlu, sanıyorum hard diskler… Terra baytlık saklama alanları… Eski aile fotoğraflarındaki gerçek zamanları arama duygusu. Yaşanan anlar gerçekten yaşanmışsa bunun bir kanıtı olmalı diye düşünüyorum. Bu kanıtın adı da fotoğraf. Kurgu fotoğrafta zaman ve mekan daha soyut… Benim uzunca bir zamandır, ‘ne zaman ve nerede?’ sorularının yanıtını bulduğum fotoğraflar ilgimi çekiyor. Kurgu fotoğraf ya da fotoğraf bazlı hiçbir üretimin karşısında değilim. Yani o fotoğraf, bu fotoğraf değil demiyorum. Dijital öncesi (DÖ) dönemde, belge ve an fotoğraflarındaki baskı ve negatif hatalarının görmezden gelinmesi gerektiğini, çünkü önemli olanın ‘an’ olduğunu savundum. Kurgu fotoğrafta ise böyle bir esnekliğim olmadı. Her şeyi kendinizin saptadığı bir fotoğrafta hata olmamalıydı.

Şöyle düşünelim: Ben 30 yıldır fotoğraf çekiyorum. Sadece her ay, oturduğum evin önünü çekseydim Ankara’nın 30 yıllık değişimini belgelerdim. Bu bile yaptığım bütün kurgu fotoğraflardan daha değerli olurdu. Şimdilerde hem kurgu, hem belge, hem de iğne deliği fotoğraf çekiyorum. Dijital sonrası (DS) dönemde, yeni makinelerin yeni açılımları yaptığım işlerde de farklılıklara yol açtı. Sadece yönetmenlik yaparken, şimdi görüntü yönetmenliği de yapmaya başladım. Profesyonel olarak yaptığım videolar yaşama, o ana tanıklık eden yorumsuz filmler. O gün, o anda ne yaşanıyor sorularına yanıt veriyor. Bazen yaşam kadar hareketli, bazen uzun, bazen de sessiz ve sıkıcı oluyor. Bir konu çerçevesinde çalışmak yapılacak en doğru şey. Son dönemde Hava Kuvvetleri Komutanlığı ile belgesel bir fotoğraf çalışması yaptım. Amaç basitti: Hava Kuvvetleri Komutanlığı uçaklardan değil; insanlardan oluşuyordu. Çekilen fotoğrafların ne yazık ki büyük bir bölümü yayınlanmayacak; ama 20-30 sene sonra arşivlerde büyük bir değer oluşturacak.

Son zamanlarda belgesel filmler fotoğrafın önünde gibi. Fotoğrafla ilgili projeleriniz de var mı?

Artık birçok anlatım aracını birleştirerek kullanmak ayıp ya da tu kaka olarak karşılanmıyor. 30 yıldır fotoğrafla, 25 yıldır da televizyon, sinema ve tanıtım ile iç içeyim. Artık bir projeyi tek olarak düşünemiyorum. Mutlaka içine videoyu da sokuyorum. Şu anda, DÖ dönemde yapmak istediğim bir kurgu projeyi tekrar hayata geçirmeye çalışıyorum. Ön çekimleri yaptım. Ama bilgisayar işleri biraz uzun sürüyor. Önümüzdeki dönem yeni bir belgesel proje için çalışmaya başlayacağım.

Fotoğrafçı kimdir?

Eskiden altına pek çok şey yazılabilecek, belki saatlerce konuşulacak bir konuydu. Şimdi yanıtlar değişti bence. DS sonrası dönemde gerçek bir devrim yaşandı. Cep telefonlarından bilgisayarlara, tabletlere kadar her şey fotoğraf çekebiliyor. Dolayısıyla, bunlara sahip olan herkes de fotoğraf çekebiliyor. Bence artık usta çırak kalmadı. Onun için herkes fotoğrafçı. Bunda da hiçbir sakınca yok.

Türkiye’de fotoğraf ne düzeyde?

Fotoğraf dünyasından o kadar uzaklaştım ki, bunun için yorum yapmam çok zor. Ama çok farklı işler yapan gençler var. İnternet sayesinde dünyadaki pek çok işi izleme şansı buluyorsunuz. O kadar çok fotoğraf ve görsel çalışma var ki, özgün bir ürün üretmek neredeyse imkansız hale geldi. Belge fotoğrafı için durum böyle değil tabii ki… Ama kurgu fotoğrafta yabancı fikirlerin sık sık ülkemizi ziyaret ettiğini biliyoruz.

Hatta çok eskilerde Alper Fidaner ile “Arak Fotoğraflar” diye bir sergi açalım bile demiştik. İnternet öncesi bir dönemde bile o kadar çok malzeme bulmuştuk ki. Benim için en ilginci şudur; Prag’da Saudek’in kitaplarına bakarken onun en ilgi çekici kitabıyla karşılaştım. Kitapta, çizilmiş boş çerçevelerin altında, sanatçı tasarladığı fotoğrafları yazıyla anlatıyordu.

Sizce nasıl olmalı? İyi fotoğraftan ne beklersiniz? Fotoğraf yarışmaları hakkında düşünceleriniz nedir?

1960’larda f64 grubunun koyduğu kurallar vardı. Bunlar netlik, keskinlik, konunun açık seçikliği, kompozisyon gibi, yanılmıyorsam altı maddelik bir manifestoyla duyurulmuştu. Bu altı maddelik şarta uyarsanız fotoğrafınız iyi oluyor. Yani iyi fotoğraf reçetelik, tariflik bir durumdu. Benim için iyi fotoğraf beni heyecanlandıran fotoğraftır.

Fotoğraf yarışmalarına katılmayı jüri üyesi olmaya başladıktan sonra bıraktım. Yarışmalar tabii ki çok önemli; ama sırf yarışma için fotoğraf üretmek, hatta jüriye göre üretmek fotoğrafın gelişimine zarar verir diye düşünüyorum.

İğne deliği fotoğraflarını kitap haline getirdiniz 2010 yılında. 500 adet basıldı. Yayın konusunda yeni bir projeniz var mı?

Cumhuriyet’in 75. Yıl Projesi aynı zamanda bir yayın da içeriyordu. O zamandan beri aklımda olan ve içimde kalan bir işti. Fotoğraf kitaplarına kaynak bulmak, bunu dağıtmak ve pazarlamak çok ayrı işler. Ticari bir kaygısı olmayan prestij bir kitap oldu. Bundan sonra sergiden çok yayına yöneleceğim. Sergilere gelen kişi sayısı belli; ama yayın elden ele dolaşıyor. Bence internet kadar önemli. Yetiştirebilirsem bu sene içinde iğne deliği fotoğrafı olmayan bir yayın projem var.

Nisan ayının son pazarı “Dünya İğne Deliği Günü”. Bunu bize anlatır mısınız?

İğne deliği fotoğrafı, tüm dünyada çok geniş bir uygulayıcı kitlesi tarafından kullanılıyor. Profesyonel sanatçılardan, amatörlere, öğrencilere kadar herkesin katıldığı, belki de dünyanın en büyük sanal sergisi oluyor. Ben de bu güne, başladığından beri katılmaya çalışıyorum. Ama önemli olan, her sene Türkiye’den değişik pek çok kişi sergiye katılıyor. Aslında iğne deliği fotoğrafı o kadar yayıldı ki, internet siteme Türkiye’nin değişik pek çok bölgesinden sorular geliyor. 2-3 sene kadar önce Doğu Beyazıt‘ta çekim yaparken bir ilkokul öğretmeninin de yaptığı küçük bir kamerayla çekim yaptığını gördüm. İğne deliği günü o kadar çok benimsendi ki, Hindistan, İngiltere ve İtalya’da pek çok organizasyon yapılıyor.


Söyleşi: KONTRAST
Fotoğraflar: Ahmet Selim SABUNCU
Kontrast Sayı 24, Temmuz-Ağustos 2011

Bizi paylaşın..