Orhan ALPTÜRK | Fotoğraf ve Manipülasyon İlişkisi (38. Sayı)

İki yüzyıla yakın bir süreç içerisinde her tür fotoğraf üretiminde ve tüketimde en önemli sorun üretilen Fotoğraf’ın realite (gerçeklik demiyorum;ilerleyen satırlarda açıklanacaktır) ile olan ilişkisi olmuştur. Ortaya çıkan fotoğrafın, realitenin “nesnelleştirilmiş” bir hali olmasından dolayı manipülasyonla olan ilişkisi sorgulanmış ve günümüzde de sorgulanmaya devam edilmektedir. Hatta bir çok çağdaş fotoğraf sanatçısı bunu üretim biçimlerinin temel yapı taşı haline getirmiştir.

Sağlıklı bir paylaşım için önce manipülasyon sözcüğünün Türkçede karşılıkları nedir diye sormamız gerekiyor. Kısaca şu anlamlar ile karşıya geliyoruz: Tahrif, kötüye kullanmak, kendi çıkarları için kullanmak, değiştirmek, hile yapmak, kullanmak, vs. Fotoğrafa da genelde bu olumsuz anlamlar üzerinden bakıldığı için manipülasyonun fotoğraftaki anlamı da bir olumsuzluk, doğrudan, dürüstlükten, gerçeklikten uzaklaşmak, onu saptırmak olarak ele alınmıştır. Bunun nedeni de realiteyi kendisine malzeme olarak seçen bir anlayışın, gerek fotoğraf üretme araçlarının yarattığı manipülasyonları ve fotoğrafçı öznenin realite ile kurduğu ilişkinin (gerçeklik) tarihsel, toplumsal, ideolojik bir ilişki olduğunu göz ardı eden yaklaşımıdır.
Fotoğrafı realite ile yüz yüze (face to face) kurulan bir algı ve anlamlandırma ilişkisi ile özdeş olarak görmesidir. Hatta bu nedenle de fotoğrafa bir AYNA bir PENCERE gibi bakılır. Halbuki her fotoğraf, insan bilincinde var olanın fotoğrafta bir anlam boyutunda vücut bulmasıdır.
Yani; her fotoğraf, reel (var olan) nesne ile fotoğrafçı öznenin karşılıklık ve karşıtlılık ilişkisi sonucunda ortaya çıkar. Dolayısıyla KÖTÜCÜL anlamlardan insanın yarattığı manipülasyonlardan (değişikliklerden) söz edebilmek için bir referans (veya referanslar) sistematiğinden söz etmemiz gerekmektedir. En birincil sistemi, en baştan itibaren fotoğrafta temsil edilen nesne veya nesnelerin fotoğrafçının objektifi önünde realite var olup olmadığıdır. Bu anlayış Roland Barthes’ın Camera Lucida kitabında gayet güzel açıklanmıştır: “Fotoğraf’ta saptadığım yalnızca nesnenin yokluğu değildir: Aynı zamanda tek bir aynı hareketle, aynı biçimde, bu nesnenin gerçekten var olmuş olduğu ve onu gördüğüm yerde bulunmuş olduğu gerçeğidir.” (Barthes 1992, 120) Fotoğraf’ın özü budur der. Yani fotoğrafta manipülasyonun olmadığı şey budur.

Bir başka düşünür de Jean Baudrillard, Neden Her Şey Hala Yok Olup Gitmedi? adlı kitabında sayısal görüntü ve klasik film görüntüsü ile hesaplaşırken şöyle der: “İnsanın artık imge, imgenin hayati (tabi ki fotoğrafik imgeden söz ediyor) öneme sahip illüzyon (yanılsama) duygusu ile bir şey düşlemesi bile olanaksızdır, çünkü sentetik (sayısal) fotoğraf üretme işlemi sırasında referans görevi yapan bir şey olmadığı için gerçeğin var olmasına da gerek kalmamakta, imge bir sanal gerçeklik şeklinde üretilmektedir.” (Baudrilliard 2012, 23)

Bugün şunu çok iyi biliyoruz ki her fotoğraf özünde bir ANLAM yaratma çabasıdır ama bu anlamı da tek başına nesnenin objektifin önünde var olup olmamasına indirgeyemeyiz. Bu sorgulamayı salt bu tür fotoğraflar üreterek 1970 yıllarında Bernd ve Hilla Becher çifti tipografik serisinde ortaya koymuş ve irdelemişlerdir. Yani nesnenin gerçekten realite de var olması, adlandırılıp işlevsellikleri üzerinden tanımlanmasını sağlayan işler üretmişlerdir.

Bernd and Hilla Becher

Buna karşın 1990 yıllarda ise yine bir Alman fotoğrafçı Thomas Demand nesnenin adlandırılmasından yola çıkıp objektifin önündeki realitenin bir yanılsama olarak ortaya konmasını sorunsallaştıran işler üretmiştir.

Thomas Demand

İşte fotoğrafı salt bu bağlamda ele aldığımızda kendimizi kısır bir döngü içinde bulmamız işten bile değildir. Her fotoğraf bir şekilde realite ile ilişki kurarken bu ilişkinin bir YANILSAMA yani reel (var olan yerine ikame edilemeyecek olan) ile onun mutlak bilgisinin (zaman ve uzam, süreç içerisindeki olan) ilişkisinden oluştuğunu unutmamız gerekiyor. İşte bu tamamıyla adına gerçeklik ilişkisi dediğimiz bir ANLAM yaratma edimidir.
Burada referansımız eğer yüz yüze algı, anlamlandırma ve kavrama ilişkimiz olacak ise, fotoğraf bu ilişkiye karşın sayısız MANİPÜLASYON içerir. Fotoğrafı bir “kod” sistemi ve “görsel dil sistemi” olarak ele almamızın nedeni budur. Bu referansa göre sayısız fotoğrafa yönelik sayısız manipülasyon örneği verebiliriz. Örneğin, insan gözüne (yaklaşık 48mm lik bir açıda) göre farklı açıda kayıt sağlayan objektif seçimleri (nesnelerin uzamsal ilişkisini değiştir), renkli-SB tercihleri, renklerin doygunluklarıyla oynamak, aydınlık ve kontrast tercihleri, kontrol altında tutulan alan derinliği, doku yapısı, resimsel altın orandan yararlanmak, kesintisiz realite süreci ile bir zaman ve an kurmak (yani pozlama sürecinin sonsuz olanaklarından sadece birini kullanmak. Anımsayalım, Daguerre tarafından çekilen insanlı ilk fotoğraf, “ayakkabı boyacısı” 1839 yılında 10 dakikalık bir poz süreci içinde gerçekleştiği için realitede olan bir çok nesne ve canlı pozlanıp görünür hale gelememiştir.

Çağdaş bir Japon fotoğrafçısı olan Hiroshi Sugimoto ise bugün bu pozlama süresini aşırı uzatarak yüz yüze algı ve anlamlandırmadan çok farklı görünümler, yani fotoğraflar elde ederek bu tarz manipülasyondan bilinçli olarak yararlanmaktadır.)

Hiroshi Sugimoto

Manipülasyon çeşitlerini saymaya devam edersek elimize çok ama çok geniş bir liste geçecektir. Önemli olan bu manipülasyonların bilinçli olarak kullanılmasıdır. Yani fotoğrafçı özne, “ne”, “neden” ve “nasıl” sorularının yanıtlarını vererek bunları kullanmalıdır.

Hasan B. Kahraman’ın Sanatsal Gerçeklikler Olgular ve Öteleri kitabında dediği gibi insan bilinci, mutlaklaştırmaktan çok dönüştürmekten yanadır (Kahraman 2002, 13) ki bence nesnenin her anlamda mutlak bilgisi inanç sistemlerine yönelik bilgi anlayışıdır. Ve bu bilgi, her hangi bir gerçekliği yani öznenin realite ile kurduğu ilişkiyi kendi bağlamından kopararak fakat içinde yaşanılan sistematiğin koşullarıyla ilişkili olarak bir dönüştürüme uğratır. Her tür fotoğrafta bu şekilde bir DÖNÜŞTÜRME sonucunda gerçekleştirilir.

Artık şunu çok iyi biliyoruz; realite ile kurduğumuz her tür gerçeklik ilişkisi -ki FOTOĞRAF da bu ilişkisi türlerinden biridir- ile realite arasında bir mutlak çakışma olamaz. Her zaman ikisinin arasında bir BOŞLUK (gap) olacaktır.

Kaynakça
Barthes, Roland. 1992. Camera Lucida. AltıKırkbeş Yay.
Baudrilliard, Jean. 2012. Neden Her Şey Hala Yok Olup Gitmedi? Boğaziçi Üni. Yay.
Kahraman, Hasan. 2002. Sanatsal Gerçeklikler Olgular ve Öteleri, 2.basım, Everest Yayınları.

Kontrast Sayı 38, Kasım-Aralık 2013

Orhan ALPTÜRK
Fotoğraf Sanatçısı

Bizi paylaşın..