Şener ÖZMEN | Söyleşi (53. Sayı)

Klişe ve stereotipler daha çok olumlu mu olumsuz mu bir anlam ifade ediyor sizin için?

Bazen klişler ve stereotiplerin, ‘gündelik hayatımı’ kolaylaştırdığı hissine kapılıyorum, bir his sadece, üzerinde uzun uzadıya düşünmeye gerek yok belki de. Şunu söylemek niyetindeyim; bu kentten –yani Diyarbakır’dan– ayrılmadan önce, katastrofik bir manzara vardı gözlerimin önünde, bu manzaranın –her manzara iyi değildir– ortaya çıkmaması için hiçbir şey yapamamış, öyle elim kolum bağlı oturmuştum uzun bir süre. Yıkımdan önceki klişeyi mevcut seyirde yaşayabilir, sitem ediyor olsam bile –öfkeliydim–, bu kentin bana bundan başka bir şey sunamayacağını bilerek, devam edebilirdim. Lâkin olmadı, stereotip bile fazla geldi.

Sanat eserlerinde zamanın ruhu ve sanatın toplumdaki etkisine göre, farklı amaçlarla ama çok değişik biçimlerde klişe ve stereotipleri görüyoruz. Sanatçılar bazen onların taşıdığı gücü kullanmak ve bazı temsillerin etkisini arttırmak için, bazen de eleştirel bir bakış açısı ile önyargılara dikkat çekmek için kullanıyorlar.
Siz nasıl 
kullanmayı tercih ediyorsunuz?

Ne zamanın ruhu –bu kavramı sevmiyorum ne de klişe ve/veya stereotip üretimler ilgimi çekmedi. İçinde bu kadar kalıp-yargı ve ayrımcılık barındırdığı için galiba. Kolektif kimlik bağlamında bile, benim üretim pratiğimde –ne imaj üretimi ne de yazınsal alanda- bu yaklaşımdan eser yoktur, bizatihi karşıdır; çünkü bir süre sonra sanat üretiminin kendisi de utanç verici bir duruma gelir ki ben işte bu noktadayım. Hiçbir sanatçının, stereotip üretimle eleştirel bir yaklaşım sunacağını, geliştireceğini düşünmüyorum. Tercihlerim yok, bana dayatılanı kabul etmiyorum sadece, sonunda sanatı bırakma olsa da.

Yazar, şair, güncel sanatçı pek çok alanda üretim veriyorsunuz ve bizim algıladığımız; bulunduğunuz yer neresi ise oradan sesleniyorsunuz samimiyetle. Bu bazen mizah, bazen ironi içeriyor, bazen de oldukça metaforik olabiliyor. Örneğin “Sıfır Tolerans” serginizde “Takım Elbisem” ve “Canlı Bir Güvercine Barış Nasıl Anlatılır?” videosu ile Beuys’a, “Tate Modern’e Giden Yol” ile Don Kişot’a atıf hissediliyor. Küresel-yerel veya merkezçevre meselelerini düşündürüyor ama sesiniz gezegene yayılıyor. Aslında nerden nereye sesleniyorsunuz?

Bulunduğum noktaya en çok. Beni duymuyor mu? Duyamayacak kadar uzaklaşmış mı? Kuvvetle muhtemel öyle! Merkez-çevre ikiliği, 90’ların ikinci çeyreği ve 2000’lerin başında sorun ettiğim bir kavramdı, o sıra, Tracey Emin’in Öyküsü’nü yazıyordum ve yarattığım kahramanın adı Abdülbaki Readymade idi; Doğu’daydı – Doğu artık neresi ise!- ve Avrupa sanatının arzu nesnelerinden birini kaçırma planları yapıyordu önceleri bir diktatörün yaşadığı kalesinde. Derken kale de yıkıldı, hiçbir şey kalmadı. Özgürlük olarak tabir ettiğimiz zaman, mekânlar olmadan ters döndü! Mizah, ironi, metafor, bunlar peşinden gidilecek itkiler olmaktan çıktı! Sözünü ettiğiniz sergiler / sergi başlıkları veyahut işler, bir dönemin ürünü, başka bir yerdeyim şimdi, yurdum yok, ayaklarım toprağa basmıyor çünkü toprak hâlâ çok sıcak, ölü gibiyim…

“Supermuslim” ve Tanrı’nın Adaletine Sığınan Kriptonlu Bir Süper Kahraman, “Kurşun Üçlemesi”nde ise temenniler var, “Şahmaran” ile de onu kuşatan kurşunlarla “bir koridor… Bir türlü peşimizi bırakmayan kurşunlar! Yine de iyimserim, bir Uzakdoğu iyimserliği üzerimdeki” demişsiniz. Bize “Çıkış Var” serginizden ve işlerinizden bahseder misiniz?

Çıkış vardı, o sıra bu çıkışa pekçok insan sevkedilmişti, bekliyorduk, kapı gibi, kanatları olan bir yapının önündeydik ve diğer tarafa geçecektik. Çoluk-çocuk herkes oradaydı, bombalar yoktu, kurşunlar geçmiyordu, parçalanmış bedenler görmeyeceğimizi garanti eden konuşmalar yapılıyordu yüksekçe bir yerde, kimlerin konuştuğunu seçemiyordum, ama içim kıpır kıpırdı, ne olursa olsun ben de geçeceğim diyordum kendi kendime. Kâbusmuş! Gözlerimi açtığımda –ki hiç yarım yamalak açılmıyordu o göz kapakları- yıkıntılar arasındaydım.
Çıkış Var sergisi, Pilot Galeri’deki son solo sergimdi, şu Uzakdoğu iyimserliği de asla deneyimlemeyeceğim bir duyguyla girdiğim çatışmadan çıktı, iyimser olmak için hiçbir sebep yoktu oysa, hayır, çıkış yoktu.

“Yapışık” adlı işinizden bahseder misiniz?

Yapışık çalışması, şu sıra, başka öğelerle birlikte küratörlüğünü Livia Alexander ve Işın Önol’un yaptıkları Unleashing (Columbia University, NY) sergisinde. Pilot Galeri’deki sergilemede iki aynı fotoğrafı biri aşağıda biri yukarıda olacak şekilde çerçevelemiş ve öylece sergilemiştik. Çocukluğuma ait ama sonradan bana ulaşan tek fotoğraftı ve bir kez daha el konulmasını istemiyordum! Koptu kopacak bir çerçeveydi zaten, ama biri gitse, diğeri kalacaktı Ne hâyâl ama! Şunları yazmıştık o sıra: “Serginin –Çıkış Var’ın- konuştuğu asıl mesele, bir türlü bir araya gelemeyen çocukluktur. Özmen, sergi için ürettiği “Yapışık” ve “Canlı Bir Güvercine Barış Nasıl Anlatılır?” adlı çalışmalarında, en güzel, en ürkek, en hayali zamanları, 12 Eylül Askeri Darbesi’ne denk gelmiş çocukluğunun ve sonraki zorlu yılların bellekteki yansımalarını, basit bir nedenle geri çağırmaktadır. Bir baskın anında, sanatçının çocukluk fotoğraflarının yer aldığı albüme el konulmuştur. Aranan kimdir? Şiirler yazan, karikatürler çizen, resimler yapan bir genç mi, yoksa çocukluğu mu? Bugün 43 yaşında olan sanatçıya çocukluğuna ait tek fotoğraf, Çıkış Var sergisi kurulurken Almanya’daki bir arkadaşından ulaşmıştır. Bu toplu çekilmiş bir okul hatırasıdır. Özmen, çalışmasını bir diptik olarak tasarlar. Yan yana değil de –iki paneli birleştirecek menteşeler yoktur– altlı, üstlü. Söylediği şey şudur: “İkiz değiller, ama ben yapışık demeyi tercih ederim. Yıllar sonra bu fotoğraf üzerinden kurduğum ilişki benim için çok anlamlı. Devletle yapışık geliyorsun dünyaya, senin olan, aynı zamanda onundur.” Columbia Üniversitesi’ndeki Unleashing sergisinde, aynı fotoğrafı bu kez ikizinden ayırarak sergilemeyi tercih ettik, ancak yanına o fotoğraf üzerinde gezinen –ben konuşuyorum-, konuşan bir video ekledik. İyi bir iş oldu.…

“Bayrak” işinizden bahseder misiniz?

Dönem işlerimden, düşüncesini çok sevmiştim, boyunluk, gönder, takım elbiseliler, esas duruş vs. Herşey ne kadar tanıdık! Faşizm size bolca demir, bolca boru ve ter bırakır.

Günümüzün sanatında ‘yüksek’ ve ‘alçak’ kültür ayırımı silikleşti, ironi ve kinizm en sahici ifade formları olmaya başladı. Sanatçılar kendinin farkında olan, kendiyle çelişen hatta kendinin altını oyan ifadelerle dünyadaki yerimize ilişkin bir anlayış sunuyorlar. Kültürel artıkların bir kolajı, akışkan, göçebe, hibrid ve eklektik imaj olarak kimlik, dil oyunları, hayatlarımızın görsel medya tarafından gittikçe daha çok belirlenmesi gibi yeni kavramları anlamaya çalışıyoruz. Sanatçılar da bu konulara yeni açılımlar getiriyorlar.
Bir sanatçı ve 
yaşadığımız çağın insanı olarak bu durum hakkında ne söylemek istersiniz?

Sahici ifade formlarının ne olduğunu bilmiyorum, yüksek ve alçak kültür tabiri sorunlu bir tabirdi zaten ama bugün olan şey, bunun karşıtı veyahut bu ikiliğe direnen bir şey değil. Ayrım silikleştikçe, sanatta başka baskı mekanizmaları devreye girdi. İfade biçimleri zenginleşmiş olabilir, sosyal bilimlere daha yakın durabilir hatta bazen onu bile kopyalayabilir, ama temel mesele hâlâ çözülmedi: Neden üretiyorsun? Şuna benziyor; pek çok sanatçı birbirinden bağımsız olarak mültecilere dair işler yaptı, çok konuşuldular, çok dolaştılar, ama hiç kimse gidip bunu, hayatının bir bölümünü çaldığı mülteciye sormadı; “Bakın sizlerle ilgili işler üretiliyor ve bu işler koleksiyonlara dahil oluyor –yani sanattan önce ticari bir mesele konuşuluyor- ne düşünüyorsunuz!?” diye.
Sahici ifade formunu –veyahut formlarını, zirâ bir tek form yok- bir kez daha bu alanda tartışmalı mıyız?
Mülteci pornografisi… kısaca söylemek gerekirse! Akışkan, göçebe, hibrid ve eklektik imaj olarak kimlik, dil oyunları’na gelince; hiçbiri günümüz sanat pratiklerini açıklamıyor. Daha eleştirel bir mesafeden bakmalıyız… ama bugün olmayan şey o işte.

Belgesel fotoğraflarda klişe görüntülerle izleyicinin kodlanması konusunda ne düşünürsünüz? Savaş, propaganda, milliyetçilik, ırkçılık… vb. gibi konularda kanaatlerin ve önyargıların oluşmasında fotoğraf sanatçısının ve fotoğrafların konumu sizce nedir ve ne olmalıdır?

Ben fotoğraf sanatçısı değilim, belgesel fotoğrafçı da değilim, kodladığım şeyler daha çok savaş fotoğrafçılığının alt türlerine benziyor –ne olduklarını bilmiyorum-, United Colors of Benetton’ın görüntü pratikleri üzerinde daha çok konuşulacak bir mevzu gibi duruyor veyahut National Geographic’in ırkçı yayınları. Bunlardan feyz alan sanatçılar da var, Türkiye’de güncel sanat üzerinde tartışılacak bir mevzu olmaktan çıkalı çok oldu, her şeyin en iyisi ve hiçbir şey söyleyemeyeni daha makbul, küratör de yok, eleştirmen de. Kutlu olsun!

Bir sanatçı stereotipi var mıdır? Sanatçıdan beklenen rol, statü ve kimlik olarak sanatçı tiplemesi hakkında ne söylersiniz? Artık sanatçılar toplumun tam içinde, onlardan biri midir? Sanatçıların piyasayı kucaklama isteği yeni bir şey midir?

Var tabii, iktidarın olduğu yerde sanatçı var. Hangi toplum diye soracağım ama mevzu başka yere kayacak!
Irkçı sanatçılar var, bildiğiniz ırkçılık işte.

Bugünlerde öncelikli diliniz edebiyat mı sanat mı? Sakıncası yoksa son projelerinizden bahseder misiniz?

Bugünlerdeki tek sorunum, önceliklerimin ne olduğunu fark edememem; Amerika’dan döneli çok olmadı, Diyarbakır baştan ayağa değişmiş, ama daha çok erken bunlara dair yazmak için. Hiçbir şeyi kendime ait hissetmiyorum, bu yeni gelişti, ne zaman biter, biter mi, bilmiyorum. Bir şeylere başlayacağım ama elim gitmiyor, düşleyemiyorum, zaman tasını tarağını alıp gitmiş gibi, yetmiyor.

Şener Özmen’in Kontrast Dergi 53. sayıda yayımlanan portfolyosuna buradan ulaşabilirsiniz.

 

 

 

Bizi paylaşın..